Büyük hasar az sorunla onarılabilir mi?
Deprem nedeniyle ortaya önemli bir ekonomik yıkım çıktı. Çok sayıda konut ve işyeri çöktü. Daha fazlası kullanılamaz hale geldi. Bunlara okulları, hastaneleri ve diğer kamu binalarını eklemek gerekir. Altyapı büyük hasar gördü. İşyerlerinde makine ve teçhizat kayıpları oldu. Keza büyük bir işgücü kaybı da yaşandı. Bu kayıpları mümkün olduğunca telafi etmemiz gerekiyor. Ağırlıklı olarak kamu bütçesinden yapılacak bu iş. Bu büyük hasarı gidermenin bütçeye getireceği yük, Türkiye’nin ekonomisinde önemli sorunlar yaratmadan kaldırabileceği bir yük müdür?
Gazetemizde dün konut ve altyapı kısmı için 45 milyar dolarlık bir büyüklükten söze edildi. Bu gerekli harcamaların tümü değil. Bu kadar belirsizlik altında toplam maliyeti hesaplamaya soyunmak yerine, ‘tavan’ sayılabilecek bir değer alayım. Türkiye’nin 2022 GSYH’si 850 milyar dolar dolaylarında. Toplam maliyet bunun yüzde 10’u kadar, yani 85 milyar dolar olsun. Bu, sorun yaratmayacak bir büyüklükse daha aşağısı haydi haydi yaratmaz. Bu harcamaların iki yıla eşit yayıldığını ve tümüyle bütçeden finanse edileceğini varsayalım. Her yıl GSYH’nin yüzde 5’i kadar bir harcamadan söz ediyoruz. Oldukça yüksek bir harcama. Gelin her yıl 0,5 puanlık kısmının vergi artışı ile finanse edileceğini kabul edelim. Geriye kalan harcama tümüyle borçla finanse edileceği için, borç oranı ilk yıl 4,5 ve ikinci yıl da 4,5 puan artacaktır.
Küresel krize tepki olarak G20 ülkelerinin bütçelerinden yapacaklarını açıkladıkları harcamaların ve zaten işsizlik yardımı gibi ek bir karar almadan otomatik olarak devreye giren harcamaların toplamının GSYH’lerine oranı bu değer civarında. Pandemide duran ekonomilerini ayağa kaldırmak için yapacaklarını açıkladıkları harcamalar ise daha fazla. Bu çerçevede bakınca, 9 puanlık bir borç oranı artışı garipsenecek bir artış değil.
Elbette her ülkenin koşulları farklı. Bu koşullara göre değerlendirmek gerekir harcama artışının yaratacağı bütçe açığını ve o açığın finansmanının yükselteceği kamu borcunun etkilerini. İlk olarak mevcut kamu borcunun GSYH’ye oranı (borç oranı) önemli. Türkiye’nin borç oranı yüzde 30. Oldukça düşük bir değer. Dolayısıyla, borç oranını iki yılda 9 puan artıracak bir maliye politikası, salt borç sınırı (her ülkenin borcunun ulaşabileceği üst sınır) açısından konu ele alındığında bir sorun yaratmaz. Mevcut borç oranı daha yüksek olsaydı, mesela yüzde 50’lerde bulunsaydı, durum farklı olabilirdi.
Ekonomimizin içinde bulunduğu durum açısından ise şöyle; Kamu borcu açısından bir sorun olmasa da, zaten uyguladığınız politika sürdürülebilir değilse, kamu harcamalarında bu büyüklükteki bir artış bu sürdürülemez durumun sona ereceği tarih –ki kestirmek mümkün değildir, öne çeker. Şu anda risk primimiz ve enflasyon çok yüksek. Buna karşın yurtiçi faiz çok düşük. Döviz kuru yukarıya doğru yönelme eğiliminde. Müdahalelerle ve dost/yeni dost ülkelerden sağlanan kaynaklarla bu eğilim kırılmaya çalışılıyor. Önemli bir seçim harcaması yapılmaya başlanmıştı. Büyük merkez bankaları faiz artırma sürecindeler. Bu koşullar sorun yaratacak koşullar; riskimiz artırmadan yaralarımızı sarmak için değiştirilmeleri gerekir.
Dolayısıyla, yine aynı sonuca ulaşıyoruz. Türkiye, seçim sonrasında ekonomi politikasında ‘makule’ dönerse, deprem yıkıntısını ortadan kaldırmak için gereken bütçe harcamalarını riskini artırmadan yapabilir.