Bulunmayan nitelikler: Samimiyet ve öngörü
Batı toplumları samimi davranmalarından ve öngörü sahibi olmalarından gurur duyduklarını söylerler. En azından dünyaya böyle bir imaj vermek isterler. Ancak İran karşısındaki davranışları bir örnek teşkil ediyorsa, gerçeklerden bu kadar uzak bir imaj olamaz. Gerek Birleşik Devletlerin gerek Batı Avrupa ülkelerinin izledikleri yol öngörüden yoksun olduğu gibi samimiyetsizlik kokmaktadır.
Şayet Mars’dan gelip sadece Amerika, İngiltere ve Almanya’da yayınlanan gazeteleri okusaydınız, bela arayan İran adlı bir ülkenin bir dizi İHA ile İsrail’e saldırdığını, ne mutlu ki, Amerika, İngiltere ve Ürdün’ün yardımlarıyla İsrail’in semalarını koruduğuna hükmedebilirdiniz. İran’ın girişimi başarısızlığa uğramıştı. Yine de olayların tırmanmasını engellemek için Amerikan ve İngiliz hükümetinin başkanları ve diğer bazıları Başbakan Netanyahu’dan mukabele etmemesini rica ediyorlar, mukabele etmesinin İran’ın cevabını ve dolayısıyla tırmanmayı davet edeceğini belirtiyorlardı.
Bizim gibi Mars’da yaşamayıp, haberleri hepsi Batı’da olmayan çeşitli kaynaklardan takip edenler, aslında İsrail’in Şam’daki İran sefaretini bombaladığını, Esat’ın rejime karşı savaşan Kürtler ve çoğu Sünni diğer bir kısım muhalife karşı mücadelesine destek veren yüksek rütbeli İran askerlerinin ölümüne sebep olduğunu bittesadüf öğrenmiş bulunuyorlar. Devletler hukukundan az da olsa nasibini almış herhangi bir kişinin bildiği gibi, sefaretler temsil ettikleri ülkenin toprağı sayılırlar, sefaretlere saldırmak, temsil ettikleri ülkeye saldırmaya muadildir. Bu “önemsiz” noktanın Batılı liderlerin ve gazetecilerin dikkatinden kaçtığı anlaşılıyor.
Bütün İHA’ların vurulup vurulmadığı, bir kısmının belki de görevlerini yerine getirdiği hususu da bilinmiyor. İsrail’in hava sahasını koruyan ve Amerika, İngiltere, Ürdün ve diğerleri (?) tarafından desteklendiği anlaşılan Demir Kubbe’nin bazı durumlarda başarısız olabileceğinin kamuoyu önünde itirafından uzak duruluyor. Eğer İsrail saldırıya karşılık vermeyecekse, bu tutum makul karşılanabilir fakat İsrail’in cevap mı vereceği yoksa Şam’daki saldırısını yeterli mi telakki ettiği belli değil. Bay Biden, Sunak ve Schulz, Netanyahu’dan saldırıya cevap vermemesini, gerilimin düşmesine müsaade etmesini rica ediyorlar. Ancak neredeyse aynı cümle içinde İsrail’e koşulsuz ve sınırsız olarak desteklediklerini de belirtiyorlar. Dürüst olalım, siz Netanyahu’nun yerinde olsaydınız, temkinli olmanızı rica eden zevatın, aynı zamanda size sınırsız desteklerini bildirmeleri durumunda, bunların ciddi olduğuna inanır mıydınız? Naçiz kanaatim, Netanyahu’nun telkinlere kulak asmadan, istediği gibi davranacağıdır. İsrail’in destekçileri, Netanyahu’nun yaptıkları karşısında memnuniyetsizliklerini ifade edebilirlerse de, kendisini desteklemeye devam edeceklerdir. Bu tutumları tartışmaya açıktır. Birçok İsrailli bile Netanyahu’nun kavgayı yargılanarak ceza almaktan kurtulmak için devam ettirmeye çalıştığının fazlasıyla bilincindedir.
Israil’e dönük Amerikan ve Avrupa yaklaşımlarının samimiyetsizliği Hamas’ın Gazze’de başlattığı çatışma ve İsrail’in buna karşılık vermesinden çok öncelere uzanmaktadır. Hatırlanacağı gibi, Filistin’le ilgili yapılan ilk planda bölgede kendi toprakları olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması öngörülüyordu. Bu planı yapan ülkeler oturdukları yerden İsrail’in Filistinlilere tahsis edilen topraklara nüfus yerleştirmesini seyrederek kabul ettiler. Artık şurası belli olmuştur ki, özellikle Netanyahu hükümetinin Filistinlilere toprak vermek gibi bir niyeti bulunmamaktadır. Netanyahu hükümeti kabul edilmesi mümkün olmayan sayıda Filistinliyi öldürmüştür. Filistinlilerin ümit edebileceği tek husus İsrail’de Musevilere nazaran daha alt bir seviyede kalmak şartıyla ikametlerine izin verilmesidir. Esas özlem bu halkın Musevilere ait toprakları boşaltmasıdır.
Bu noktada öngörü konusuna gelmiş bulunuyoruz. Filistinlilerin bir yere gitmeleri söz konusu değildir. Göstergelere göre, nüfus artış hızları İsraillilerin üzerindedir. Belki daha da önemlisi, komşu ülkeler tedricen İsrail’in bölgede komşu bir ülke olarak varlığını kabule yanaşıyorlardı. Şimdi kamuoyu baskısı ile, İsrail ile dostluklarını geliştirmek isteyen Arap ülkeleri bile İsrail’in eylemlerini protesto edecekler, yakınlaşma sürecini durdurmak mecburiyetinde kalacaklardır. Bölge ülkeleri Batı’nın İsrail’in varlığını tanıyan ama onlarla aynı seviyeye sahip Filistinli nüfusun varlığını görmezden gelen vizyonuna karşı cephe alacaklardır. Batı’nın bir yandan görüşünde ısrar edip, diğer yandan bölgedeki ülkelerle dostane ilişkilerden kendini mahrum etmeyi ne kadar sürdürebileceği belli değildir. Görünüşe göre, Batılı ülkeler şimdilik kısa vadeli tatmini tercih ederek uzun vadeli sorunlardan kaçmışlardır. Ben bu yaklaşımı “öngörü” olarak nitelemekte zorluk çekiyorum. Bölgede Batıyı daha büyük sorunlar beklemektedir. Batı’nın dünyaya hükmetmeye yatkınlığı muhtemelen burada da sınanacaktır; sınavdan başarıyla çıkacağı ise çok kuşkuludur.
NOT: Bu yazı 19 Nisan Cuma günü gazetemize ulaşmıştır.