Bu model sürdürülebilir değil
Daron Acemoğlu, dünyanın önde gelen iktisatçılarındandır. 1993 yılından bu yana Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) ders verir. James Robinson ile ortak kaleme aldığı ve Türkçeye “Ulusların Düşüşü” olarak çevrilen “Why Nations Fail” adlı kitabı bir çok ülkede çok ses getirdi. Özellikle neden bazı ülkelerin refah içinde olduğu ama bazılarının yoksullukla boğuştuğu sorusunun cevabının arandığı “Ulusların Düşüşü” birçok dile çevrildi.
Geçen hafta Toplumcu Düşünce Enstitüsü’nün davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Prof. Acemoğlu ile İstanbul’da kahvaltıda biraraya geldik. Bu buluşmaya katılan Vahap Munyar’ın da dün köşesinde yazdığı gibi Boston’da yaşayan Acemoğlu, 19 aydır ilk defa uçağa binip İstanbul’a geldi. Kahvaltı, neredeyse 15 ay boyunca dışarıda hiç yemek yemeyen Acemoğlu’nun fiziki olarak ilk defa birkaç kişi ile yemekli bir toplantıda biraraya geldiği andı. Bu kahvaltıda Dr. Nebil İlseven’in moderatörlüğünde Acemoğlu ile sohbet ettik, sorular sorduk. Küresel ekonominin içinde bulunduğu durumu ve bu çerçevede Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomileri konuştuk.
Acemoğlu’na göre “Batı’nın büyüme stratejisi ve küreselleşme ile beraber diğer ülkelere aktarılan büyüme stili artık sürdürülebilir değil.” Son 20-30 yıl bu tesbitin doğruluğunu gösteriyor. Acemoğlu kapsayıcı olmayan, yani herkesi kucaklamayan büyüme nedeniyle ciddi bir eşitsizlik ve toplumun katmanları arasında uçurum oluştuğuna dikkat çekiyor. Bu durum ise kitleler arasında öfke yaratıyor.
Son 30 yıl bu anlamda trendlerde önemli değişikliklere sahne oldu. Mesela üniversite eğitimi almayanların gelir düzeyi zayıfladı. Çalıştıkları işler ortadan yok olmaya başladı. Eskiden Batı’da çocuklar babalarından daha fazla kazanırlar, daha yüksek yaşam beklentisi taşırlardı ama 80’lerden sonra doğan çocuklar babalarından daha az kazanmaya başladılar. Sebep büyük ölçüde küreselleşmeyle ilgili. Düşük fiyatlı birçok ürünün üretiminin Çin ve Vietnam gibi ülkelere kayması ve küreselleşmenin otomasyonu hızlandırması sonucu işsizliğin artması ve kurumların zayıflaması bu değişime zemin hazırladı.
Acemoğlu “Elitler olayların boyutunu tam olarak anlamış değiller” diyor. Haklı da. COVID-19 salgını, yaşanan bu değişimi daha belirgin hale getirdi. Eşitsizliklerin ne kadar çok olduğunu vurguladı. Çünkü ölenlerin büyük çoğunluğu fakirlerdi. Özellikle ABD’de bazı kesimlerde yaşam beklentisi düştü.
Elitlerden farklı yorumlar ve analizler geliyor. Ortadaki paradoksun farkında olan az. Paradoks şu: Dünya bir verimlilik sorunu yaşıyor. Batı elindeki kaynakları verimli kullanmıyor. Verimlilik artışı çok düştü. Acemoğlu pardoksun bu noktada başladığına dikkat çekiyor. İnovasyon artıyor ama ülkelerdeki verimlilik artmıyor. Çünkü herkes elindeki kaynakları en iyi şekilde kullanmıyor. 1960’larda birçok sektör aynı anda hızlı büyüyordu. Şimdi ise büyüme genele yaygın değil. Kaynaklar ağırlıklı olarak elektronik, bilgisayar ve finans gibi 3-4 sektöre akıyor. Dolayısıyla inovasyon ve verimlilik atbaşı gidemiyor.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise öne çıkan bazı trendler var. Mesela bilgi teknolojisi, elektronik ve finansa yatırımlar artıyor. Yapay zeka ve otomasyon bu ülkeleri olumsuz etkiliyor, çünkü bu ülkelerin mukayeseli avantajları, sahip oldukları ucuz işgücünden geliyordu. Bu ülkelerde eşitsizlik daha da arttı. Başlangıçta demokratikleşme yolunda önemli adımlar atıldı ama 2000’lerin ortalarından itibaren bu alanda da terse dönüş başladı. Acemoğlu bu anlamda Polonya, Macaristan, Türkiye, Güney Afrika, Hindistan gibi ülkelerin demokrasi karnelerinin kötüye gittiğine işaret ediyor. Buna paralel olarak bu ülkelerde eşitsizlik artıyor; ekonomiler zarar görüyor; büyümenin kalitesi düşüyor.
Bunlar Acemoğlu’nun çizdiği görünümden bazı başlıklar. Kısacası hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomiler için mevcut büyüme modelinin sürdürülebilir olmadığı ortada. Yeni bir model lazım. Bu arada ilk paragraftaki soruya dönersek. Acemoğlu “Ulusların Düşüşü”nde sorduğu neden bazı ülkelerin refah içindeyken bazılarının yoksullukla boğuştuğu sorusunun cevabını yine o kitapta veriyor. Özetle diyor ki; ekonomik büyümenin sürdürülebilir olması için ekonomik kurumların kapsayıcı olmaları lazım. Ama eğer ülkedeki politik kurumların kendisi kapsayıcı değillerse ekonomik kurumlar kapsayıcı olamazlar. Bu önemli ve değerli saptama yeni modelin ana unsurunun ne olması gerektiği yolunda bir ipucu veriyor.