Bu kış ısınmadan mı yoksa üretimden mi feragat ederiz?
Geçen cuma Rusya-Ukrayna savaşı 150’nici gününü doldurdu. Üç günde bitmedi. Birkaç haftada bitmedi. Kaç ay sürer derken artık kaç çeyrek diye sormak makul hale geldi. Savaş daha birkaç yıl sürecek gibi duruyor. Geçenlerde, “artık daha uzun vadeli düşünmeye başlama zamanı” demiş, ilk düşünme konusu olarak da “Türkiye böyle lay lay lom gitmeye devam ederse yakında Polonya ve Macaristan gibi Ukrayna da Türkiye’yi geçer” diye eklemiştim. Hani sonra “gitti kervan kaldık dağlar başında” diye yakınmaya başlamayalım yine.
Şimdi öyle anlıyorum ki, bu kadar uzun vadeli olunca soru pek ilginç gelmiyor, tahayyül etmek zorlaşıyor. Bu kez daha kısa vadeli bir soru sorayım: Türkiye’nin bu kış için enerji kesintileri planı üzerine şimdiden düşünmeye başlaması gerekir mi? Isınmadan ve aydınlatmadan mı feragat edelim, yoksa üretimden mi diye bir an önce düşünmeye başlamakta fayda var sanki. Üretimdense hangi sektörden başlayarak? Neyi kesersek etkisi en az olur?
Sonra yumurta kapıya geldiğinde kafadan kesiveriyorlar elektriği gazı zaten. Hatırlayın, geçen sefer öyle olmadı mı? Sanayicilerimize “üretim sürecinde enerji kullanımından kaçınılması” diye yazıyı dayayıvermişlerdi, hatırlatırım, hatta yazmıştım o vakit. Geçen yılki enerji kesintisi fecaati, tamamen Enerji Bakanlığının beceriksizliğinden olmuştu. Şimdi durum daha ciddi. Söylemiş olayım.
Öyle görünüyor ki, Rusya-Ukrayna savaşının etkilerini derinden hissedeceğimiz bir kışa doğru gidiyoruz. Çeşitli açılardan. Yalnızca Avrupa hissetmiyor olumsuz etkileri, bölge ülkeleri olan İran ve Türkiye de hissediyor. Enerji bu etkilerin ilki. Sonra sırada gıda fiyatları var. Hem İran hem Türkiye için milyonlarca Afgan mültecinin akını önemli bir güvenlik meselesi. Ukrayna tahılı Türkiye kadar hem İran hem de Afganistan için önemli. Afganistan’da zor kış demek, daha çok mülteci demek.
Üçüncüsü ise savaşın Suriye’de oluşan göreli istikrar üzerine olumsuz etkisi ve oradan da olası bir göçmen akışı. Bakın bu da bizi doğrudan ilgilendiriyor. Doğrusu geçen haftanın en önemli bölgesel gelişmesi bu çerçevede Tahran Zirvesi ve ondan sonra gelen Ukrayna’dan tahıl ihracatı anlaşmasıydı. Bugün hepsine kısaca değineyim isterim.
Bu kış planlı enerji kesintilerine başlar mıyız?
IMF’nin internet sitesinde, Rusya-Ukrayna savaşı çerçevesinde enerji arzındaki olası aksamaların Avrupa ekonomileri üzerine olası negatif büyüme etkisi ile ilgili bir çalışma belirdi bu ay. Gözler hep Almanya’nın üzerinde. Büyüme açısından Avrupa Birliği’nin lokomotifi konumundaki Alman ekonomisinin 2022 performansı ile ilgili ayrı bir raporu da var IMF’nin. Doğrusu Alman Ekonomi Bakanlığı’nın enerji tasarrufu “önerileri” epey gündemde. Bu yaz klimaları dikkatli kullanmaktan, ışıkları kısmaya kadar somut öneriler tartışılıyor Almanya’da. Neden? Yazın doğal gaz kullanımı kontrollü olsun da kışa depoları tam dolu girebilsinler diye.
Haberlere bakılırsa şimdi yüzde 62 doluluk seviyesinde olan doğal gaz depolama kapasitesi, yüzde 100 olduğunda Almanya’yı 10 hafta idare edebiliyormuş. Türkiye’nin depoları yüzde 100 dolu olsa bile kış talebine yanıt vermesi, durumu idare edebilmesi zaten mümkün değil. Hatırlayın İran’dan gaz akışı her kış olduğu gibi kesiliverince geçen yıl sanayinin doğal gazını ve elektriğini hemen kısmak zorunda kalmıştık.
Avrupa’daki gazete ve dergi haberleri tam da başlıktaki gibi aslında: “1970’ler geri mi geliyor?”, “bu kış enerji tayınlaması gerekir mi?”, “Planlı elektrik kesintileri olur mu?” üzerine. Bir tek biz mi rahatız ne? Türkiye zaten bu kışa ödemeler dengesi açısından zorlanarak girecek, bir de işin miktar kısıtlaması tarafı var. Tüm dünyada maliyetler artarken, Türkiye’nin şimdiden planlı kesintileri santralden mi, haneden mi, sanayiden mi, sanayidense hangi sektörden, nereden, hangi önceliklere göre yapacağını planlaması, tartışmaya başlaması gerekiyor. Ama nedir? Türkiye lay lay lom. BOTAŞ’ın durumu malum, bütçenin durumu ortada, makro dengesizliklerin artmasını, ülke risk priminin yükselmesini, borçlanma maliyetinin uçmasını, itibar açığının tavan yapmasını saymıyorum bile.
1970’ler gibi değil diyenler, mesela Almanya’nın sıkıntısının bu kez petrolle sınırlı olmadığını vurguluyor. Almanya’nın doğal gaz ithalatında Rusya’nın payı yüzde 55. Şimdi bu bağımlılık oranını yüzde 35’e indirdiler. Yine de yüksek. Bu kış kolay geçmeyecek diye hazırlık yapıyorlar. Türkiye’nin doğal gazda Rusya’ya olan bağımlılığı yüzde 45 civarında. Kömürdeki yüzde 35 ile petroldeki yüzde 37’yi saymayayım bile. Hele Ukrayna ve Rusya’ya yüzde 88’e ulaşan tahıl ithalatı bağımlılığımızı hepten unutayım. Konuyu dağıtmayayım. Millet benzer doğal gaz bağımlılığından kaçmak için enerji tayınlaması hazırlıkları yapıyor, Türkiye lay lay lom işte. Olduğunda bakarız artık, şimdi manasız ülke gündeminde bu meseleye yer yok.
Tahran Zirvesi’ne nasıl bakalım?
Hâlbuki hem İran hem de Rusya, Türkiye için Avrupa Birliği için olduğundan bile daha önemli. Bir taraftan her iki ülke de Türkiye’nin hidrokarbon ithalatında önemli bir yer tutuyor. İkincisi, hem İran hem de Türkiye için Ukrayna’dan tahıl ithalatının devamlılığı yaşamsal önemde. Yalnızca İran ve Türkiye için değil, Afganistan, Suriye, Irak, Lübnan ve Mısır için de.
Üçüncüsü, Rusya-Ukrayna savaşı uzadıkça Rusların Suriye’de bırakmak mecburiyetinde kaldığı boşluğu kimin dolduracağı da önemli. İran’ın bölgede artan askeri mobilizasyonu hem Türkiye hem de İsrail için iyi değil. Türkiye’nin Şam’la ilişkilerini bir an önce yeniden düzenlemek gibi bir zorunlulukla karşı karşıya kalacağı açık.
Tahran Zirvesi’nden hemen sonra İstanbul’da Ukrayna’nın tahıl ihracatına imkân verecek bir anlaşma ile alan açılması, ama hemen akabinde Rusya’nın ihracatın yapılacağı Odessa limanına füze saldırısı düzenlemesi, sürecin hiç de düzenli olmayacağını gösteriyor yalnızca. Bu düzensizlik işin fıtratında var.
Türkiye’nin Yeşil ve Dijital Mutabakat sürecinde bölgesinde üstlenebileceği rol, Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte daha da önemli hale geldi. Bir yanda Madrid Zirvesi, öte yanda ise Tahran Zirvesi… Benim aklımda iki söz var doğrusu, ikisi de Çin’den. Bir tarafta, Sun Tzu’ya atfedilen “dostlarını yakın, düşmanlarını daha yakın tut” (keep your friends close and enemies closer) sözü var. Ötede ise anonim bir Çin atasözü: “Eğer kumar oynamaya oturmak zorundaysan, en baştan üç konuda kararlı ol: Oyunun kuralları, ne kaybedebileceğin ve ne zaman oyundan kalkacağın” (If you must play, decide about three things at the outset: the rules of the game, the stakes and the time to quit).
Rusya-Ukrayna savaşı artık çeyreklerle ölçülecek bir sürece doğru evrilirken Türkiye’nin hareket alanının giderek daralmasını beklemesi gerekiyor. Oyunun ciddiyeti artar, herkesin kayıpları kabarırken, Türkiye’nin ortadaki pozisyonunu devam ettirmek için ne istediği konusunda daha iyi düşünmesi, kapsamlı bir bakış açısına ve plana sahip olması gerekiyor. Nitekim, Türkiye’nin kapsamlı bir stratejiye ihtiyacı var epeydir.
Nedir? Kontrolümüz dışındaki değişkenlerden kaynaklanan riskler büyürken, kontrol edebileceğimiz değişkenlerden kaynaklanan riskleri azaltmak artık çok daha önemli. Aslına bakarsanız, geldiğimiz noktada, stratejik planlama derken aklımdaki, ileriye yönelik hedefleri arka arkaya sıralamak değil, o hedefleri uygulamaya dökecek adımları ve bütçeleri bir an önce belirlemek. Çok işimiz var, çok.
Ama artık gördük sanırım, evet bakın, öyleymiş: Faiz sebep, enflasyon neticeymiş. Nasılmış? “Düşük faiz sebep, yüksek enflasyon neticeymiş”. Düşük faizin zengini daha zengin fakiri daha fakir ettiğini hiç üzerimize vazife olmadığı halde bir kez daha kanıtlıyoruz bugünlerde. Kaynak israfı işte. Aferin size, Miki Maus ekonomistleri!