Bu ekonomide diktatörlük olmaz
ŞUBAT 2017, Bahreyn… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Körfez ülkeleri turunun Bahreyn durağında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni içeren Anayasa değişikliğini hazırlayan Komisyon’un Başkanı Prof. Şükrü Karatepe, bir çalışmayı gösterdi:
- Sorularla Yeni Anayasa…
Çalışmanın içeriğini özetledi:
- Komisyon olarak akla gelebilecek soruları ve cevaplarını kapsayan bir metni hazırlayıp Sayın Cumhurbaşkanımıza sunduk. Soru ve cevaplar arasında diktatörlük konusu da var.
Prof. Karatepe’den hazırladıkları metni istedim. Prof. Haluk Alkan, Prof. Yavuz Atar, Prof. Yılmaz Bingöl, Prof. Gonca Bayraktar Durgun ve Mehmet Uçum’dan oluşan ekiple birlikte hazırladıkları metinde “diktatörlük” bölümüne baktım. Bölümün başlığı şöyleydi:
- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, sivil demokratik bir sistem midir?
Yanıtın girişindeki şu cümle dikkatimi çekti:
- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, tıpkı parlamenter ya da yarı-başkanlık sistemi gibi sivil ve demokratik bir sistemdir. Demokratik hiçbir hükümet sistemi değişikliği diktatörlüğe dönüşmez.
Demokrasinin tartışmasız kabul edilen öncelikli şartının serbest seçimler olduğu vurgulandı:
- Otoriter ya da dikta rejimleri tek parti yönetimine ya da tek partinin güdümünde oluşturulmuş kukla muhalefet partilerine dayanır. Diktatörlükle yönetilen ülkelerde halkın serbestçe katıldığı seçimler olmaz. Yani, barışçı yoldan iktidar değişimi mümkün değildir.
Türkiye’nin 1950’de çok partili demokrasiye seçimler yoluyla geçmesinin benzersiz örnek olduğu vurgulandı:
- Vesayetçi güçlerin baskısına rağmen, halk seçimler yolu ile demokratik sürecin önünü açmıştır. Ara rejimlerden sonra gerçekleştirilen 1961, 1983 ve 2002 seçimleri bu açıdan dikkat çekici örneklerdir. Türkiye, iyi işleyen bir seçim yönetimi sistemine sahiptir.
Türkiye’nin dünyaya açık, farklı sektörlerde rekabet edebilen ve dış yatırımcıya cazip gelen bir ekonomik yapıya sahip olduğunun altı çizildi:
- Böyle bir ekonomide diktatörlüğe zemin oluşturacak bir eğilimin oluşması mümkün değildir.
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” için getirilen mekanizmaların kişisel diktatörlüğün oluşmasını frenleyeceği savunuldu:
- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde başkanlık görevi için süre sınırı var. Bir kişi en fazla iki defa ve toplamda 10 yıl bu göreve seçilebilecektir. Seçime dayalı olarak iktidara gelme hakkının bu şekilde kısıtlandığı hiçbir demokratik işleyiş diktatörlüğe dönüşmez.
Başkan Prof. Karatepe ve Anayasa değişikliğini hazırlayan Komisyonun üyeleri, ülkemizdeki parlamenter sistemin yerine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin devreye girmesini sağlayan 16 Nisan 2017’deki referandum öncesi “diktatörlük” kuşkularına böyle yanıt vermişti.
Dün sabah oyumu kullandıktan sonra sandıkların açılmasını, oy sayımının başlamasını beklerken 2002 yılından bu yana seçim-referandum günlerinde yazdığım yazıları taradım.
Gazetemizin baskıya girdiği saatlerde sonucun netleşmemiş olabileceğini dikkate alarak, Şubat 2017’de, ülkemizin yönetim sistemini değiştiren 16 Nisan 2017 referandumundan önce Hürriyet’te yazdığım yazıdan alıntıları bugüne taşıdım…
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ilk 5 yılını tamamladıktan sonra, sistemi hazırlayanların kafalardaki soru işaretlerine verdikleri yanıtları anımsamakta yarar gördüm…
Özal, DPT’de neden ‘Mescit yasak’ demişti
2002 yılı kasım ayının son günleri, seçimleri AK Parti kazanmış, Abdullah Gül başkanlığındaki hükümet yeni göreve başlamıştı.
AK Parti Hükümeti’nin ilk cumasında İçişleri Bakanlığı mescidi doldu, taştı. Görüntüler gazetelere yansıdı.
Derken kalabalık namaz görüntüleri art arda geldi. Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu başta olmak üzere AK Partililerin Ankara Hilton Oteli’ndeki, İstanbul’da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde tekrarlanan sahneler gazetelerde yer aldı.
Başbakan Abdullah Gül, Yener Süsoy’la yaptığı, Hürriyet’te yayınlanan söyleşisinde şu mesajı paylaştı:
- Tüm bakanlardan böyle olayların yaşanmamasını rica ettim. İbadeti şov haline getirmek yanlış…
Abdülkadir Aksu da aynı günlerde Sabah Gazetesi’nde yer alan açıklamasında aldıkları kararın altını çizdi:
- Bunlar bilinçli yapılan hareketler değildi. Bakanlar Kurulu’nda daha dikkatli davranmaya karar verdik.
Konu o günlerde gündem oluşturunca Turgut Özal döneminin bir eski bürokratı, 1986’da Devlet Planlama Teşkilatı’nda yaşananları anlattı:
- 1986’da Turgut Bey Başbakan, kardeşi Yusuf Bozkurt Özal da DPT Müsteşarıydı. Bugünlerde İçişleri Bakanlığından yansıyan namaz görüntülerinin aynısı Başbakanlık binasında bulunan “Başbakanlık Mescidi”nde yaşanmıştı.
- DPT’de iş takibine gidenler daire başkanlarına, birim müdürlerine, müsteşar ve yardımcılarına gösteriş olsun diye mescitte namaz kılmaya başladı. Başbakanlık koridorları dolup taştı.
- Sonunda Turgut Özal, “Mescide personel haricinde kimse girmeyecek. Bu görüntü bitsin” dedi. Böylece konuyu noktaladı.
Rahmetli Turgut Özal, DPT’de görev yaptığı dönemde “takunyalı” diye tanımlanırdı. Ona rağmen tek başına iktidarken bile namazın şova dönüştüğünü görünce “Başbakanlık mescidine personel harici kimse girmeyecek” uyarısı yapmıştı.
AK Parti hükümetlerinin ilk Başbakanı Abdullah Gül de daha net mesaj vermişti:
- İbadet şov haline gelmemeli…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim yasağı başlayıp, propaganda çalışmalarını tamamladıktan sonra önceki akşam Ayasofya Camii’nde Bakara Suresi’nin ilk 5 ayetini okuduğu videosunu izleyince 2002 yılı Kasım ayının son günlerinde yazdığım bu yazıyı anımsadım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Başbakanlığının ilk dönemlerinde namaz görüntülerinin yayınlanmasını istemezdi…
Nereden nereye…