Borçlanmada Cendere Köprüsü’ndeyiz
Geçen haftaki yazıyı devletin borçlandığı paranın nerede olduğunu sorarak bitirmiştim. Bu soruyu sorduk çünkü 2003-2023 döneminde inanılmaz bir borçlanmaya gidildi. 2002 yılında Cumhuriyet’in 79. yılıydı, gelip geçen 79 yılda onlarca hükümetin yaptığı toplam kamu borcu 258,9 milyar TL idi. Aradan 22 yıl geçti (AK Parti iktidarı dönemi) kamu borç stoku 5.358,5 milyar TL artarak 5.617,4 milyar TL’ye (5 trilyon 617 milyar 437 milyon) yükseldi. Bu borca ek olarak, geçmiş hükûmetler döneminde 258,9 milyar TL’lik borç kullanılarak yapılan yüzlerce fabrika, arazi, kamu tesisi satıldı ve 70 milyar dolar özelleştirme geliri elde edildi.
Türkiye’de özelleştirme uygulaması, Shakespeare trajedisi olduğu kadar aynı zamanda Aziz Nesin’in kara komedisi örnekleri olarak da kullanılabilir. Bunun için Telekom ve TÜPRAŞ örnekleri yeter. Bu özelleştirmelerin nasıl ve hangi bedelle yapıldığına ilişkin komedi üzerine yorum yapmıyorum. Çünkü bu özelleştirmelerle ilgili süreç ve mahkeme kayıtları internette var.
Türkiye’nin son yirmi yılda bu kadar hızlı borçlanmasının altında ne yatmakta? Ya da daha vulgar bir dille, paralar nerede, nereye harcandı? İşte yanıtımız:
● Hükümet bir taraftan dış ticarete konu olmayan inşaat sektörünü teşvik ederken diğer taraftan kendisi de yeni binalar yaparak bu sektöre destek verdi. Adliye sarayları, bakanlık binaları vb. inşa ederek bu sektöre kaynak aktarırken, 20 yılda tek sanayi işletmesi kurmadı, tam aksine sattı.
● Bütçe içerisinde cari transferlerin payı yüzde 40’ın üstüne çıktı. Bu kalemin içinde KİT zararları, SGK zararları ve sosyal yardımlar var (elbette mültecilere yapılan sağlık ve diğer harcamalar da). Hükümet seçim sonrası uygulamaya başladığı ekonomi programında sadece bu kalemdeki emekli maaşlarını krizin nedeni olarak gördü.
● Bütçe sürekli açık verdi; borç, borçla kapatıldı; sonunda borçların önemli bir kısmı anapara ve faiz ödemlerine gitti. Yirmi yılda alınan borçlar için ödenen faiz 1 trilyon 460 milyarı buldu.
● Borçlanma maliyeti özellikle 2017 Anayasa oylaması sonrası siyasal rejimin değişmesiyle hızla arttı. 2018’de iç ve dış borç için 68,6 milyar faiz ödenirken, 2022 yılına gelindiğinde faiz ödemesi yüzde 400 artarak 275 milyar TL’ye yükseldi. Sadece 2023’ün ilk altı ayında iç borçlanma için 179 milyar faiz ödendi, anapara ödemesinin 121 milyar olduğu düşünüldüğünde borçlanmada nasıl bir Cendere Köprüsü’nde olduğumuzu daha rahat anlayabilirsiniz. (Cendere Köprüsü, Adıyaman’da yaklaşık 1200 yıllık bir köprü).
Bu kadar borçlanmaya rağmen kamu borç stoku 5 trilyon 617 milyar TL. Üstelik bu borcun vadesi 20-30 yıl değil, 5,7 yıl. Borç stoku ve vadeyi düşündüğünüzde mevcut politikalarla Türkiye’de düşük ve orta gelirli sınıfın yakın dönemde (5-10 yıl) ayakta kalması mümkün değil. Gelir ve servet dağılımı daha da kötüleşecek. Bu da istikrarlı bir efektif talebin olmayacağı anlamına geliyor. Yani bizi bekleyen krizin adı stagflasyon.
Tersine dönüş mümkün mü? Elbette mümkün. Bunun da yolu maliye politikasından geçiyor. İktisat bilmeden çok konuşanların ağızlarına sakız ettikleri politika faiz oranıyla kısa vadeli çözüm bulanabilir. Vergi, harcama ve borçlanma politikasını değiştireceksiniz. Ancak bu da mevcut siyasal sistemle çok zor.
Okuma Önerisi: Haydar Kazgan, Galata Bankerleri ve Osmanlı’da Avrupa Finans Kapitali kitapları.