Bizim arz yönlü iktisat gündemimiz var mıdır?
Geçen hafta, beni en çok Alan S. Blinder’ın Wall Street Journal makalesi etkiledi sanırım. Başlık güzeldi bir kere: “Biden Planı hakiki arz yönlü iktisadı gündeme getiriyor” (Biden Plan Encourages True Supply-Side Economics). İlk anda merak uyandırıcı. Benim aklımda kalan ise, başlıkta zaten: Bugünü değil, 2050’yi, önümüzdeki otuz yılı düşünmeye hazır mısınız?
Geçen haftaki yazıyı, zaten tam da burada bırakmıştım. Dil ağrıyan dişe gider misali, yazıdan aklımda bir tek bu sonuç kaldı. Bu arada, Amerikan Senatosu’nda görüşülmekte olan “Amerika İçin Temiz Enerji” (Clean Energy for America) tasarısını da okumuş olduğumu ifade edeyim. Hepsi bir araya geldi sonuçta.
Bildiğimiz dünya, bugünü değil, otuz yıl sonrasını düşünerek yeniden yapılanıyor. Biz daha burnumuzun ucunu göremezken, yeşil-dijital dönüşüm tartışması, doğrusu ya, Türkiye için Allah’ın bir lütfu, bir büyük fırsattır. Niçin? Uzun vadeli düşünmek ve plan yapmaya başlamak için. 2050’de yer kapmak için.
Gelin bugün Blinder’ın makalesinden başlayarak, enerjide sıfır net emisyon için 2050 yılına odaklanarak düşünmenin neden Türkiye için büyük bir fırsat olduğunu anlatayım... Atalarımız bu tür durumlar için “Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz” derlerdi. Doğrusu, yanı başımızda şekillenen bu 2050 hedefli yeşil-dijital dönüşüm gündemi tam da öyle.
İdare midare döneminden 2050 gündemine
Arz yönlü iktisat ile ilgili tartışmalar, 1980’lerin başında Başkan Reagan döneminde ortalığı sardı. O vakit konu, “şirketlerin vergilerini azaltalım, para devlete gideceğine şirketlerde kalsın, yatırımlar ve istihdam artsın, herkes zenginleşsin” eksenindeydi. Aynı argümanı Bush ve en son Trump döneminde de gördük.
Ne oldu? İşler söylendiği gibi gitmedi. Blinder, örneklerle, Reagan, Bush ve en son Trump vergi indirimlerinin iddia edildiği gibi arzı arttırıp, kaynakları daha fazla üretime yönlendirmediğini anlatıyor. Sonra da, Biden’ın kamu yatırımları vasıtasıyla ekonomik toparlanmayı destekleme yaklaşımının “sosyalizm” değil, hakiki arz yönlü iktisat olarak nitelendirilebileceğini söylüyor.
Ona göre, alınan tedbirlerin sonuçları, Biden iktidarından sonra, hatta bir kuşak sonra ortaya çıkacak. Tedbirler sayesinde, hem kadınların daha fazla işgücüne katılımı desteklenecek hem de işgücünün niteliği artacak. Özellikle üzerinde durduğu tedbirler ise, Biden’ın istihdam ve altyapı paketleri içinde yer alan, okul öncesi eğitimin desteklenmesi ve ücretsiz izin düzenlemesi.
Türkiye’de de, Mecliste birden zuhur eden ve nereden çıktığı tam anlaşılmayan 4+4+4 eğitim düzenlemesi öncesi, okul öncesi eğitim ve eğitimin kalitesi gibi konulara bakanlığın nasıl odaklanmaya çalıştığını hatırlıyorum. Son derece manalı girişimlerdi ama sonra ne oldu? Yine eğitim için, yeni inşaat ihtiyacını artıran bir sistem değişikliği yaptık. Eğitim politikamızın belirleyeni yine inşaat lobisi oldu. Neden acaba? Bir ara anlatırım.
Önceki paketler ve şu anda Senato gündemine inmesine yeni karar verilen temiz enerji paketi, hep zamana yayılmış kamu yatırımları paketleri. Dün arz yönlü iktisat denildiğinde, akla hep özel yatırımlar gelirdi. Halbuki, özel yatırımların hepsinin verimliliğini artırma kabiliyetine sahip yatay kamu yatırımları da arz yönlü iktisadın bir parçası aslında.
Üstelik okul öncesi eğitim, eğitimin kalitesi, ücretsiz izin gibi toplumun daha kırılgan kesimlerini doğrudan olumlu etkileyebilecek tedbirler gündeme getiriliyor. Bu tür tedbirlerle Amerikan ekonomisinin uzun vadeli verimliliğine yönelik tedbirlere ağırlık veriliyor. Nedir?
Orada virüs sonrası toparlanma söz konusu olduğunda, net karbon emisyonlarını 2050 ’ye kadar sıfırlamaya odaklı bir enerji politikası tasarlamaya karar verildiğinde, aslında gelecekle ilgili olarak ortaya uzun vadeli bir perspektif ve plan koyuyorlar. Aynı zamanda, önümüzdeki on yılda kamu yatırım programlarını ve bütçelerini belirliyorlar. Biz ise, “ama önce bizi Ek1’den çıkarın” ve “bakalım bunlar ne yapacaklar?” diye bakarak değil odaklı kamu harcama bütçeleri belirlemek, kendi geleceğimizi düşünmeyi bile reddediyoruz.
Yeşil Yeni Mutabakat, Türkiye’nin hem bugününü hem de otuz yıl sonrasını tasarlaması için fırsattır
On gün içinde, Haziran’da Cornwall, İngiltere’de yapılacak, G7 Zirvesi’nin, uluslararası vergi koordinasyonu konusunda uzlaşacağının işaretleri daha da belirginleşti. Yeşil-dijital dönüşüm gündeminin gerektirdiği, on yıla yayılan kamu harcama programlarını finanse edebilmek için, her şirketin faaliyetlerinin bir vergileme yetki alanında mutlaka vergiye tabi tutulması, vergiden kaçınmanın engellenmesi kural oluyor. Şirket faaliyetleri uluslararasılaştıkça, vergi koordinasyonu önem kazandı.
Amerikalılar her şirketin yüzde 21 vergi ödemesi için tartışmaya başlamışlardı, şimdi bu oranı yüzde 15’e indirdiler ve uzlaşma kolaylaştı. Malum yeni arz yönlü iktisat söylemi ve yatay alanlara kamu yatırımları ile özel sektör yatırımlarının verimliliğinin artırılması gündemi işte. Ama bu çerçevede gündemde olan başka ülkelerde yerleşiklerin banka mevduat hesaplarının otomatik paylaşımı kuralına Türkiye’nin katılması, geçen haftanın olumlu kazanımları arasında doğrusu. Hiç değilse, sessizlik bozuldu. Bir adım attık. Adım doğru yönde…
CDS risk primini indirmeye odaklanmak ilk önceliktir
Şimdi bu Yeşil Yeni Mutabakat, Türkiye için neden büyük bir fırsattır? Öncelikle Türkiye’nin CDS risk primini, faiz maliyetini, döviz kurlarını ve enflasyonu aynı anda aşağı indirecek bir başlangıç programını 2050 hedefiyle tutarlı olarak gündeme getirebilmesi mümkün bu çerçevede. Bizim gibi ülkelerin adil geçiş talebi çerçevesinde, böyle bir programı ve finansman paketini gündeme getirebilmek için uygun bir ortamdayız. Yapılabilir mi? Evet. Yapmazsak ayıp artık.
İkincisi, değişim birkaç yıla değil, otuz yıla yayılacak. Hiçbir şey birden değişmeyecek. Eğitimden kadınların istihdama katılmasına, kırılgan grupların desteklenmesinden sosyal korunma ağının herkes için güçlendirilmesine, kural hakimiyetinin sağlanmasından yargının operasyonel sorunlarının çözülmesine varan konularda, ayrıntılı yapısal reform programlarını adil geçiş talebi etrafında tanımlayarak gündeme taşıyabilmek de mümkün. Daha ne olsun?
Özellikle Dünya Bankası’nın Nisan 2021 Turkey Economic Monitor çalışmasında vurgulandığı gibi, 2003-2018 kapsayıcı büyüme sürecinin bittiği, 2019 ve sonrasında yoksullaşmanın arttığı düşünülürse bu sosyal korunma ağı ve virüsten olumsuz etkilenenlere maliye politikası desteği meselesi birincil mesele. Çalışmaya göre, 2003-2018 döneminde yoksulluk yüzde 77 azalırken, 2018’den 2019’a uygulanan politikalar yoksul sayısını ilk kez 1,5 milyon kişi artırıyor. Virüs ile birlikte bütçeden destek politikaları güdük kalınca yoksullaşma, gelir dağılımı adaletsizliği ve bölgesel eşitsizlik daha da artıyor. Şimdi bir de bunun üzerine yeşil yeni mutabakatın getirdiği yeni eşitsizlikler gelecek, hem bölgesel, hem bireysel. Onun için adil geçiş talebinin bir parçası bu durum.
Enerji dönüşümü ekonomik politika tasarımıdır
Üçüncüsü, yeşil yeni mutabakat gündemi o kadar kapsamlı ki, bu gündemi mevcut idari altyapı ile yönetebilmek kesinlikle mümkün değil. Ticaretten sanayiye, çevreden işgücü piyasalarına, enerjiden dış işlerine pek çok alanda, hep birlikte politika tasarlanacak. Hadise böyle kapsamlı olunca, idari sistemimizin işlemediği artık kanıtlanmış oluyor. Politika tasarım kabiliyetini süratle onaracak, etkinliğini artıracak bir yeniden yapılanmaya ihtiyacımız ortada.
Doğrusu, ben son günlerde gündeme getirilen anayasa değişikliği önerilerini bu çerçevede görüyorum. İşlemeyenin farkında olan idare, işler bir sistem tasarlama talebini sürekli gündemde tutuyor. Anayasa demek yüzde 25 temel hak ve hürriyetler ile yüzde 75 sistem tasarımı esasen. Türkiye’de anayasa düzeyinde bakınca temel hak ve hürriyetlerde bir problem zaten yok. Demek ki, konuyu gündeme getirip dertlenenler, idari sistem tasarımının ciddi eksikliklerine, uygulamadaki aksaklıklara dikkatimizi utangaç bir biçimde çekmeye çalışıyorlar. Öyle.
Bundan bir süre önce, yeşil yeni mutabakat Atlantik’in iki tarafında, NATO’dan beri en büyük yeniden yapılanma girişimi demiştim. Hala aynı kanıdayım. Türkiye’nin ticaretinin yüzde 60’ı G7 ülkeleri ile. Şimdi o tarafta bir yeniden yapılanma varsa, Türkiye’nin buna seyirci kalması düşünülemez. Bir an önce tartışmaların içinde yer alıp tartışmaları biçimlendirmek için ne yapmak gerekir?
İlk önce, Paris İklim Anlaşması’nı bir an önce onaylamak gerekir. İkincisi, 2050’de net sıfır karbon emisyonu için ciddi bir niyet beyanı hazırlamaya başlamak lazım. Enerji dönüşümü işin merkezinde, ama mesela, Enerji Bakanlığı’nın arka koltukta oturması gerekiyor. Neden? Konu esasen ekonomi politikası tasarımı ile alakalı da ondan. 2050’de net sıfır karbon emisyonu hedefi belirlemek, 2050’ye doğru giden Türkiye için, ekonomik program önceliklerini belirlemektir. Uzun vadeli bir kamu harcamaları programının bütçesi üzerinde düşünmeye başlamaktır. Hazine ve Maliye işin başında olmadan asla olmaz. Keşke DPT olsaydı. Ama yok. Keşke müsteşarlıklar olsaydı. Ama dağıtıldılar.
Bu çerçevede, üçüncüsü, Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği Modernizasyonu’nu bir an önce canlandırmaktır. Bu çalışma, Türkiye için, 2050’de net sıfır karbon emisyonu niyet beyanı için temel oluşturabileceği gibi, AB nezdindeki tartışmalar katılmak için de uygun bir platform olabilir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu rehavetten sıyrılıp 2050 üzerine düşünmeye başlaması gerekiyor. Ben ancak 2050’yi bugünden düşünmeye başlayanların, Türkiye için bir arz yönlü iktisat gündemi ortaya koyabileceklerin, o gün memleketi yönetmeye talip olabilecekleri kanısındayım doğrusu. Bugünün 2050’ye mirası, ya iyi olacak ya da kötü. 2050’de kaçımız dünya yüzünde olacağız zaten? Ya hayırla anacaklar, ya da…2021020