Bitmeyen flört

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Avrupa 25 yıl ara ile iki büyük Dünya Savaşı yaşadı. 1945 yılında savaş bittiğinde Birleşmiş Milletler, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar kurularak ülkeler arasında iş birliği artırılmaya çalışıldı. Avrupa’nın hatalardan ders çıkaran politikacıları yaşananların farkındaydılar. Yaşlı kıtada olası savaşları engellemek için atağa kalktılar. Bu çabada Fransa’nın Dışişleri Bakanı Robert Schuman ile Eski Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Jean Monnet başı çekti. Nihayetinde 1951 yılında Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kurdular. İlk hedef savaşın nedeni olarak öne çıkan kömür ve çeliğin artık paylaşımının ortak çıkarlara dayanmasıydı.

Topluluğu kuran altı ülke 1957'de, topluluğun amaçlarını genişletmeye karar verdiler ve işgücü ile mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına dayanan bir birliğe doğru yola çıktılar. Bu amacın kurumsal alt yapısını da yine aynı yıl imzalanan Roma Antlaşması ile sağladılar.  Yıllar içinde AET, önce Avrupa Topluluğuna (AT) sonra da genişleyip, büyüyerek AB’ne dönüştü. Bu ülkelerden 19’u ortak para birimi Euro’ya da geçerek parasal birliği de kurdular.

Türkiye 31 Temmuz 1959 yılında Yunanistan’ın hemen ardından topluluğa girmek için başvurdu. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes 1950 yılında Kore’ye asker gönderirken hiç kimseye danışmamıştı, hatta TBMM kararı olmadan Mehmetçik’i göndermişti. Bu defa daha akıllı davranmış ve muhalefet partisi CHP’nin lideri İsmet İnönü’ye danışmış ve mutabakatla bu başvuruyu yapmıştı.

AET ile kurumsal ilişkiye ilk adım 12 Eylül 1963’te Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET, bugünkü AB) ile Ankara Antlaşmasını imzalanarak atıldı. Dün Antlaşmanın 60. yıldönümüydü ve ne yazık ki Türkiye hala AB üyesi olamadı.

Geçen altmış yılda Doğu Bloku parçalandı, parçalanmadan doğan yeni devletler AB üyesi oldu. Elbette 60 yılda Türkiye AB’ye üye olma yolunda önemli adımlar attı. 1996’da Gümrük Birliği’ne girdi. 1999-2002 tarihleri arasında Kopenhag kriterlerini yerine getirdi ve 2005 yılında Hırvatistan ile tam üyelik görüşmelerine başlama kararına imza koydu. Hedef her iki ülkenin 2013 yılında tam üye olmasıydı. Hırvatistan AB üyesi oldu, hatta bu yıldan itibaren Euro’ya geçti. Türkiye ise, 2005 yılının bile gerisinde kaldı. O tarihte Türkiye’nin üyeliğini destekleyen Almanya, Yunanistan ve Hollanda ile adeta düşman oldu. Artık Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkeleri İtalya, Almanya ve Fransa Türkiye’nin tam üyeliğine karşı.

Bu noktaya her iki tarafın yaptığı hatalar sayesinde gelindi. Ancak hataların çoğunu Türkiye yaptı. Yeni Osmanlıcılık sevdası ülkeyi mülteci akını ile karşı karşıya bıraktı, resmi makamlar bile Türkiye’deki mülteci sayısını bilmiyor. Rakamlar havada uçuyor ancak 7-10 milyon arasında bir mülteci topluluğu ülkeyi adeta istila etmiş durumda. Bu sayı AB’nin birçok ülkesinin nüfusundan fazla (27 üye ülkeden 14’ünün nüfusu 10 milyonun altında). Elbette üyeliği engelleyen sadece mülteci akını değil. Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmesi ile yasama ve yargının yürütme erkine bağlanması, İstanbul Sözleşmesinin iptal edilmesi, hukukun üstünlüğünün zedelenmesi ve ekonomideki kaos ortamı yakın dönemde üyeliğin mümkün olamayacağının açık göstergeleri.

Bu olumsuz tabloya rağmen seçim sonrası hükümet AB ile tam üyelik için görüşmelerine geri dönmek istediğini beyan etti. Bu beyanın gerçekçi olmadığını her iki tarafta biliyor. Nitekim geçen hafta Avusturya Türkiye ile tam üyelik görüşmelerinin kesilmesini istedi.

Geldiğimiz noktada artık şunu biliyoruz, Türkiye’yi 20 yıldır yöneten, bir dört yıl daha yönetmesi garanti olan AKP iktidarı,  AB’nin amacını dahi anlamış değil. AB sadece bir ekonomik birlik değil, bir kültür birlikteliği. Bu kültürün bileşenleri hukukun üstünlüğü, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları ve dahi buna benzer değerler üzerine oturuyor. Bu değerler AKP ile uyuşmuyor. Nitekim çocuk evliliğinini savunan partileri TBMM’ne taşıdı, laikliğe, kadın haklarına savaş açmış bir Diyanet İşleri Başkanı’nı koltuğunda tutuyor, Milli Eğitim Bakanı sayesinde tarikatların ikinci adresi okullarımız olmuş durumda. Hükümet-Tarikat iş birliğinin adı da okullarda ders olarak okutuluyor. Dersin adı da ilginç “değerler eğitimi”. 

Hükûmetin değerleri ile AB’nin değerleri bu kadar biri birine zıt iken AB ile görüşeceğiz sözleri bizlerde tebessüm yaratıyor. AB’nin Türkiye’yi tümü ile dışlamamasının altında yatan en önemli etken ise ülkemize biçtikleri mülteci deposu olması ve gerektiğinde kullanacakları Türk ordusudur. Onlarda biliyorlar ki, Türkiye artık Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurduğu aydınlanmaya dayalı gelişmek isteyen ülke olmaktan çoktan çıktı. Aslında bunda onların da katkısı olmadı değil. AB’nin ırkçı politikacıları Türkiye’yi dışlaya dışlaya sonunda bu hale geldik.

Okuma önerisi: Ahmet Hamdi Başar, Atatürk’le Üç Ay.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Gizli veri 02 Ekim 2024