Bireyselden kurumsal ilişkilere doğru
Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Biden’ın Roma’da G-20 toplantısı kenarında düzenlenen faaliyetler çerçevesinde buluşmaları üzerinden bir haftadan fazla süre geçmiş olmasına rağmen, toplantıda neler cereyan ettiğine ilişkin tartışmalar olanca hızıyla devam ediyor. Şu ana kadar edindiğimiz deneyimler, uluslararası bir toplantı sonrası buluşmada neler olduğuna ilişkin Türk tarafının açıklamaları ile karşı tarafın açıklamalarının birbirinden bir hayli farklı olabildiğini gösteriyor. Bu defaki toplantı da bir istisna teşkil etmiyor. Türk tarafından kaynaklanan mesajlar iyimser bir hava estirirken, Amerikan tarafının değerlendirmeleri Türkiye’nin iyimser değerlendirmelerini inkar etmese bile yeterince desteklemeyen bilgileri öne çıkarıyor.
Önce eldeki bilgilere bakalım. Toplantıya ilişkin iki hususun kesin olduğunu söyleyebiliriz. İlkin, toplantı çeviri ihtiyacı nedeniyle daha da kısalan ve liderlere ancak karşılıklı nezaket cümleleri sarfetmelerine imkan verecek uzunlukta, 20 dakika için planlanmıştı. Planlananın ötesinde, bir saati aşkın bir süre devam etti. İkinci olarak, taraflar ilişkilerinde zorluklar çıkaran sorunların aşılması için ortak bir mekanizma kurulması konusunda anlaştılar. Tahmin edilebileceği gibi toplantıda çok sayıda konuya temas edilmiş olmasına rağmen, taraflar somut anlaşmalar yapmış veya somut taahhütlerde bulunmuş değiller.
Toplantının uzaması genellikle olumlu bir gelişme olarak değerlendirildi. Tahminlere göre, liderler sohbete başlayınca, sohbete devam etmelerini haklı gösterecek bir zeminin varlığını keşfettiler. İki ülke arasında işbirliğini güçlendirme ve ilişkileri düzeltme imkanlarını araştırmayı, hiç olmazsa görmezden gelindiği takdirde ilişkileri daha da sarsacak muhtemel yanlış anlamaları ve isabetsiz beklentileri ortadan kaldırmayı amaçladılar. Toplantının başından itibaren bilinen husus, tarafların ilişkilerinin kopmasını istememeleri ve aralarında çatışma çıkması potansiyelini azaltma arzularıydı.
Ortak sorunlara eğilecek ve çözümleri kolaylaştıracak ortak bir mekanizmanın kurulması üzerinde anlaşmak, bir ihtimal mevcut mekanizmaların yetersiz olduğu ya da iyi işlemedikleri anlamına geliyorsa da, ikinci bir ihtimal tarafların her hangi bir konuda somut anlaşmaya varamamaları sonucunda durumdan asgari zararla sıyrılabilmek için böyle bir formülü icat etmiş olmalarıdır. Şahsi kanaatim, kararın bir oranda her iki ihtimali de içerdiği merkezindedir. Son yıllarda Türkiye’de siyasi karar alma mekanizmalarının aşırı derecede merkezileşmesi nedeniyle, çoğu devlet kurumu insiyatif kullanmaktansa, her işi “merkezin” ilgisine terk etmiştir. Örneğin, Cumhurbaşkanına yakın bir kişinin siyaseti koordine etmekte öncülük etmesi işlerin yürümeye başlamasını gerçekten de kolaylaştırabilir.
Ancak, bu işlerin farklı bir boyutu daha var. Kendi yetkilerinin ve deneyimlerinin etkisinden yola çıkan Cumhurbaşkanımız, devletler arasındaki ilişkileri hükümet başkanları arasındaki ilişkiler olarak kavramsallaştırmaktadır. Buna uygun olarak, ikili ilişkiler söz konusu olduğunda liderlerle baş başa görüşmeler yapmayı tercih etmektedir. Ayrıca, bu tür toplantıların hem ülke içindeki konumunu hem de uluslararası camiada görünebilirliğini güçlendirmek için fırsatlar yarattığını düşünmektedir. Bu tür bir kavramsallaştırma, Trump ve Putin gibi ulusararası arenada güçlerini teşhir etmekten keyif alan diğer popülist liderlerle kurulan ilişkilerde faydalı da olabilmektedir.
Ancak, aralarında benzerlikler olsa da, farklar da bulunmaktadır. Sözü edilen liderlerin içinde faaliyet gösterdikleri siyasi ve idari ortam, onların dış siyaset yapımında ülkelerinin sahip olduğu yasal ve kurumsal çerçeveleri görmezden gelmelerine müsaade etmemektedir. Bunun en inandırıcı örneği, Kongre’nin bağımsız bir aktör olarak dış siyaset yapımı ve uygulamasına karıştığı Amerika Birleşik Devletleridir. Türk Cumhurbaşkanının kurumlara yeterince ağırlık tanımayan yaklaşımı ile karşısındakilerin kurumlara tabi durumunun yarattığı uyumsuzluk, liderlerle baş başa görüşmenin etkili olma imkanını zayıflatmaktadır. Bu tür görüşmeler yerleşik usullere sahip, kurumsallaşmış dış siyaset yapımı ve uygulamasının yerini alamamaktadır. Sonuçta, böyle toplantıların etkisini Türk tarafı abartmaktaysa da, uzun dönemde elde edilmek istenen sonuçlar yeterince gerçekleşememektedir. O zaman da Türk tarafı tatminsizlik ve kızgınlığa sürüklenmektedir.
Sayın Biden, daha önce senatör ve başkan yardımcısı olarak da hizmet verdiği bir siyaset kurumları çerçevesinden geldiği için, bireysel temaslarla yetinmekten ziyade işlerini kurumlar üzerinden yürütmeye yatkındır. Acaba Amerikan başkanı ortak bir mekanizma kurulmasını önererek, ilişkileri sık sık yüksek düzeyde temaslarla yürütmek yerine yerleşik ve kurumsal nitelikli bir yolu tercih ettiğini mi vurgulamak mı istemiştir? Bu ortak mekanizmanın bazı sorunların halline, diğerlerinin de “yönetilerek” kontrolden çıkmasını engellemeye katkıda bulunacağından kuşku yoktur. Kritik soru, Türkiye’nin kabul ettiğini beyan ettiği bu formüle ne kadar bağlı kalmayı başarabileceğidir.