Bir siyasal düşünür olarak Dante
Yedi yüzyıl öncesine dönebilmek bile akıl, mantık ve bilgi gerektiriyor. Kamusal bir figür olan Dante hem dönemin pratik tartışmalarının içindeydi hem de bir politika düşünürüydü. Siyasal teoloji geleneğine yerleştirilmelidir. Ayrıca La Divina Commedia’da da politik görüşlerine yer vermişti. Üstelik Inferno, Purgatorio ve Paradiso aynı tarihlerde yazılmadıkları ve eserin tümünün yazımı yıllar aldığı için bu süre içinde Dante’nin siyasi görüşleri de evrilmişti. O kadar ki sadece politik açıdan bakmaya kalkan bir gözlemci bu üç kitabın tam olarak aynı yerde durmadığını söyleyebilir.
Ama biz izlek vardır. Henüz Convivio’da bile –De Monarchia’da daha da fazla vurgulanacak bir açıklıkla- otoriteler ayrıştırılır. Örneğin imparatora felsefede danışmak zorunda değilizdir çünkü imparator filozof değildir. Dahası, eğitimli insanların tam bir yetkiyle ve eksiksiz bir düşünce özgürlüğüyle yerleşik görüşleri göğüslemesi ve yere çalması gerekir. Convivio IV, Capitolo 9 bunu anlatır. Marx’ın da Kapital’in ilk cildinin Almanca baskısına yazdığı önsözde kamuoyu denilen önyargılara asla taviz vermediğini söylediği ve devamında Dante’ye gönderme yaparak «Segui il tuo corso, e lascia dir le genti» cümlesiyle önsözü tamamladığı bilinir. “Sen kendi yolunu izle, bırak insanlar ne söylerse söylesin”. Ancak Marx burada Dante’nin sözünü değiştirmişti. Purgatorio, Canto V’te Beatrice’nin Dante’ye söyledikleri modern edisyonlarda şöyledir: «Vien dietro a me, e lascia dir le genti». “Beni takip et, bırak insanlar ne söylerse söylesin”. Marx, muhtemelen takipçilerini çağıran bir rehber veya siyasi propagandacı gibi görünmek istememiş ve ‘beni takip et” yerine ‘kendi yolunu izle’ demeyi uygun görmüştür. Bölümün tamamı şöyledir: «Vien dietro a me, e lascia dir le genti: sta come torre ferma, che non crolla già mai la cima per soffiar di venti». İkinci bölüm şöyle çevrilebilir; `Rüzgâra karşı asla başını eğmeyen kule gibi dik dur`.
De Monarchia, Convivio ve Commedia arasında gidip gelerek Dante’nin hem siyasal teoloji içinde bir eşikte hem de siyasal teolojiden kopuşun eşiğinde durduğunu, Avrupa siyasi düşünce tarihi içinde seküler uğrağın tam olarak uç verdiği bir anı temsil ettiğini göstermeyi denemek mümkündür. Dante, Marsilio da Padova ve William of Ockham’ın bir adım öncesinde durmaktadır. Bir tür 14. Yüzyıl Carl Schmitt’i demek belki zorlama olur; yine de teşbihte hata olmaz. Öncelikle imparator/kral/prens, yani dünyevi otorite veya devlet yanlısı olanların kilisenin otoritesini neden reddetmediklerini en temel teze gönderme yaparak anlamaya çalışalım. İnsanın ikili bir doğası vardı ve hem bu dünyada hem de diğerinde kurtuluşu araması gerekiyordu. Bu dünyadaki amacı potansiyelini gerçekleştirerek entelektüel mükemmelliğe ulaşmak olabilirdi. Erdemler hiyerarşisinde ilerleyerek ruhunun ilahi ve ebedi kurtuluşunu garantiye almayı da amaçlayabilirdi. Bu amaçların çelişmesi gerekmiyordu. Ancak sonuçta iki türlü kurtuluş vardı; ilahi ışığa iki türlü kavuşmak mümkündü. Bu dünyada beatitudinem scilicet huius vitae, Tanrı’nın krallığında beatitudinem vitae æternae. İkili amaç esastı. Yani kader «in duo ultima» işliyordu: De Monarchia Liber 3, Caput XVI, 6. Ruhun kurtuluşu için Tanrı’nın ilahi ışığıyla affetmesi gerekiyordu: Beatitude. Örneğin özel isim olarak Beatrice veya Beatrix, Beata Peccatrice’den gelir. Sacerdotium ve regnum insanı sakatlayan günahları affettirmek için çare idiyseler – «remedia contra infirmitatem peccati»- acaba “ilk günah” konusunda ne yapabilirlerdi? De Monarchia Liber 3 Caput IV, 14.
Böylece kilise ve imparatorluk, ilahi ve dünyevi kurtuluşu sağlayacak iki farklı kurumdur ve iki ayrı fonksiyona sahiptir. Seküler otoritenin üstünlüğünü savunan en tavizsiz “seküler” siyasetçi bile yüzyıllar boyunca bu ikili işlevi reddetmemiştir. Öte yandan bu derece önemli olan imparator elbette ki evrensel olacaktı. İmparator basitçe prens veya kral olmayıp dünya çapında hüküm sürecek “tek monark” anlamına gelmeliydi. Gerçi İmparator Augustus (Octavianus) döneminden beri yeryüzüne böyle bir imparator gelmiş miydi? Dante’nin hayal görmediği, yeryüzünde ve sonraki yaşamda kurtuluşa götürecek adımların atılmasını sağlayacak “ideal monarkın”, optimus homo’nun henüz var olmadığını bildiği açıktır. Ancak imparatorun tek ve evrensel olması gerektiğini ifade ettiği de aynı derecede aşikâr görünüyor. Hem dünya ölçeğinde tek bir imparator, hem de sadece Hristiyanları değil Paganları da içerecek tek bir imparatorluk gerekiyordu çünkü insanlık fren tutmayan hırslarıyla onu mahveden çok sayıda şef, yönetici, ruhban ve prensten dolayı da bu haldeydi: De Monarchia Liber 1, Caput, XVI, 3.
Burada Alasdair MacIntyre (After Virtue, 1984: 256-263) akla gelebilir. MacIntyre bu bölümde Marksizm’in temelde iyimser olduğunu, iyimser olmaktan vazgeçilince Marksist olmaktan da uzaklaşıldığını belirtmekle kalmaz, kapitalizmin yeni bir dünya kurmak için gerekli insan malzemesini yaratamayacak kadar moral açıdan bitik olduğunun görüldüğü durumlarda Nietzschean fanteziye, Übermensch’e başvurulduğunu da söyler –Lenin’in “ideal devrimcisi”, Lukács’ın “ideal proleteri” gibi. Dante’nin, Arrigo Solmi’nin 1922’de yazdığı gibi «quel sublime e delicato potere» olan (yeni bir) Augustus’un yokluğunda, bu mutlu anın, «quel felice momento», eskiden de geçici olduğunu – «era stato fugace»- düşündüğü anlaşılıyor: Solmi (Il pensiero politico di Dante, 1922 [2015]: 97). MacIntyre kitabının bu unutulmaz bölümünde Weberian sosyal demokrasi veya çıplak tiranlığa dönüşmediği yerde Marksizm’in Nietzschean fanteziye savrulduğunu yazarken önemli bir noktaya, adeta bir açık yaraya değinmişti. SSCB sosyalist değil idiyse Marksizm post-kapitalist bir toplumun tasarımı hakkında ne söyleyebilirdi? İlgili bölümün başlığında da yer alan Trotsky göndermesi belki studi danteschi bağlamında geliştirilebilir. Örneğin monarkın tek ve dünya ölçeğinde olması gereği ile Trotsky’nin savunduğu dünya devrimi arasında ne kadar mesafe vardır? Keza bu mümkün olmuyorsa –bölümün başlığında Trotsky ile eşleştirilen- St. Benedictus –Benedetto da Norcia-nereye yerleştirilebilir? Regula Benedicti vaaz etmek, bir tür faydacılık (utilitarianism), Marksizm’in grand theory olma iddiasıyla bağdaşabilir mi(ydi)? Herhangi bir post-kapitalist toplum Benedictine prensibi olan pax, ora et labora üzerine bina edilebilir mi(ydi)? “Barış olsun, dua et ve çalış.” Bu durumda iktidardaki tek partinin –Komünist Partisi- üyeleri toplumu ‘orta yolcu’ bir toleransla gözlemleyecek ve doğru yoldan fazla uzaklaşmamalarını sağlayacak Benedictine rahipleri mi olacaktı? Bu tür bir ‘orta yolculuk’ için Dante’nin ne düşündüğünü tartışmaya bile gerek görmüyorum. Okuru bu noktada MacInytre (1984)’ün 9. Bölümü olan “Nietzsche or Aristotle?”a göz atmaya davet edelim.
Dante için mükemmel filozofun örneği zaten “filozofların prensi” saydığı Aristo idi. Öte yandan Dante herhangi bir monarşinin teorisini yapmıyordu veya yönetim biçimleri içinde neden monarşinin üstün olduğunu açıklamaya çalışmıyordu. Bu zaten apaçıktı. Dante’nin imparatoru tüm monarşilerin ve dünyadaki tüm devletlerin içinde en üstün olanıydı ve haliyle ‘evrensel imparatordu’: Solmi (1922 [2015]: 134). Solmi monarşinin veya Hıristiyanlık açısından önde gelen yönetim biçimlerinin teorisinin Aristo ve Tommaso d’Aquino tarafından zaten yazılmış olduğunu, Dante’nin gayet iyi bildiği bu tezleri tekrar etmeyerek doğrudan doğruya kendi orijinal düşüncesini öne sürdüğünü belirtiyor. Keza Gilson da Dante’nin kolayca kategorize edilip Thomist (Tommaso d’Aquino) veya İbn-i Rüştçü (Averroes) olarak etiketlenemeyeceğini yazarken son derece haklı görünüyor. Çok sayıda örnek verilebilir. Bir tanesiyle yetinelim. Gilson (Dante et la philosophie, 2015: 170)’e göre Dante İbn-i Rüşd’e gönderme yapıyorsa da bu İbn-i Rüşd’ün pozisyonuna yerleştiğini göstermez. Ancak tabii doğrudan göndermeler var ve bunları da göz ardı etmek, Gilson’a göre, hayli güç. Örneğin De Monarchia, Liber 1, Caput III, 9. Burada bahsedilen İbn-i Rüşd’ün Aristo’yla –De Anima- esasen uzlaştığıdır. Dante, bahsettiği entelektüel gücün tekil kurumlara ve tikellere de uzandığını, böylece pratiğe dönüşen aklın amacının da eyleme geçmek ve yapmak olduğunu söylüyor. Burada « l’unité de l’intellect » (aklın birliği) tartışması söz konusu ve açık İbn-i Rüşd göndermesi eleştiriye/riske açık bir gönderme.
Çağdaşı Guido Vernani bu noktayı kaçırmayacak ve tahminen 1328 yılında Dante’yi kilisenin resmi pozisyonundan sert biçimde eleştirecekti: Vernani (1906: 10-11). “Bütün insanların tek bir entelektinin olduğunu söylemek ve düşünmek en kötü hatadır ve bu hatanın yazarı ve yaratıcısı İbn-i Rüşd’dür ki Dante onunla aynı fikirdedir”. Vernani’nin 1906’da basılan kısa eleştirisinin –Contro Dante (Contra Dantem) İtalyanca çevirisinin bir yüzü orijinal Latince, diğer yüzü modern İtalyancadır. Latince sürüm sayfa 10’da yer alıyor. Guidonis Vernani, Dante’nin –Commedia yorumcularını saysak bile- ilk ciddi eleştirmenleri arasında yer alıyor.
Dante, okuduklarını doğrudan alıp kullanan ama kaynaklarını kullanım biçiminde orijinal olan bir düşünürdü. Dante’nin basitçe bir Thomist veya bir Sigieri da Brabante hayranı, ya da Boèce de Dacie sevdalısı, sadece bir tür Aristoculuğu eserlerinde yansıtan birisi olmadığını vurgulamak gerekir. Hatta Orta Çağ’ın referans vermeme âdeti göz önüne alındığında Dante’nin göndermelerinin fazlasıyla açık olduğu bile söylenebilir. Çağına göre özel bir yerde durmasaydı yedi yüzyıl sonra ilgimizi bu kadar çekmezdi. Sıklıkla ilgi çekmiştir. Örneğin Ziya Gökalp’in de ilgisini çektiği söylenebilir: Yeni Hayat açık ki Dante’nin La Vita Nuova’sına (Vita Nova) bir göndermedir.