Bir motor yolculuğu

Dr. Uğur TANDOĞAN
Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Demek uzun süredir Boğaz’a çıkmamışım; motorun yolcu salonunda duramadım; hemen dışarı çıktım; özlemişim böyle bir seyahati. Bindiğim Beşiktaş-Kadıköy motorunda kendimi, gördüğü her objenin resmini çeken Japon turiste benzettim. Sanki Boğaz’ı ilk kez görüyormuşum gibi resim çektim.

Şehir hatlarının Kadıköy’e sefer yapan vapurlarının çok hikâyesini dinlemiştim. Adeta bir efsane idi. “Sabah ve akşam yolcuları, işe giden ve işten dönen elit bir kesimdir. Sanki insanlar sezon için numaralı biletler almıştır; herkesin yeri bellidir. Kimse saygısızlık edip başkasının yerine oturmaz” derlerdi. Ben üniversitede okurken biz Bakırköy’de otururduk. Sırf vapurun o havasını yaşamak için bir gün Anadolu yakasında oturan arkadaşlarla Karaköy’den Kadıköy vapuruna binmiştim. Evet, efsanedeki gibiydi; yolcular derli toplu idi. Arkadaşlarıma “Herkesin yeri belli derler; ben nerde oturacağım?” demiştim. Gülmüşler ve “Vapurlar tenha iken, İstanbul’da bu kadar kişi yokken öyle imiş. Bir de lüks mevkide ” demişlerdi. Hep güzel şeyler geride kalıyor nedense diye üzülmüştüm. Acaba gelecekte bugünlerden neler özlenecek?

 Motorun kıç kısmı rüzgar yemeden manzara seyretmek için biçilmiş kaftandır. Oraya yöneldim. Hem tuvalet de ordaydı, karaya sıkışmış durumda çıkmayacaktım. Dilimde Alaaddin Yavaşça’nın hicaz şarkısı “Boğaziçi şen gönüller yatağı”, resim çekmeye başladım. İçerde oturmayıp dışarıda kalmayı tercih eden birisi daha vardı ayakta; sırtında gitarı ile. Tepemizde gökyüzü vardı, geniş bir hacmin içindeydik. Ama bastığımız alan dardı. Böyle durumlarda çevremdeki insanlar ile konuşmadan edemem. Bir de “aynı yolun yolcusu” olunca bir yakınlık da oluşuyor kişiler arasında. Konuşmayı başlatmak için “Siz de tuvalet sırasındasınız?” demek de vardı. Ama halinden pek sıkışmış olduğu anlaşılmıyordu. Hem de dilime dolanan şarkı ve sırttaki gitarın romantikliğinde, “tuvalet” ile söze girmek uygun düşmez diye düşündüm. Gitardan konuya girdim: “Müzisyen misiniz?” dedim. “Yok, ben gitar tamir ederim; sonra da satarım. Bu sırtımdaki gitarı da satmaya götürüyorum” dedi. Sonra da ekledi “Hobim bu”. “Değilim” diyebilirdi kısaca; ama cevabı ayrıntılı idi. Konuşmak için yol açılmıştı bana. İnsan kaynakçısı damarımdan sordum: “Ne iş yaparsınız ?”. “Ben turist rehberiyim” dedi. “Şimdi anlaşıldı. Siz içerde oturmazsınız zaten” diye kendimce bilgiç bir yorum yaptım. “Evet” dedi gülümseyerek. Tuvalet boşalmıştı. “Buyrun” deyip tuvaleti gösterdim. “Yok” dedi “Ben kullanmayacağım, siz buyrun”.

Tuvaletten çıktığımda motor hız kesmişti. Kadıköy’e yanaşıyorduk. En arkada idim, kalabalık içine girmemek için yavaştan almıştım. Turist rehberini arkadan sırtındaki gitardan tanıdım. Yanı başında da belli ki üniversite öğrencisi bir genç kız, elindeki nerdeyse kendisi kadar büyük bavulu ile motordan inmeye çalışıyordu. (Üniversite öğrencisi dedim ama sormadım kıza ne olduğunu. Bu benim yakıştırmam. Çünkü öğrencilerimin de hep böyle, profesyonel yaşama hazırlık olmak üzere, derli toplu olmasını isterdim). Turist rehberi adam, belki mesleki alışkanlık, belki de üniversitedeki kızını anımsayarak, kıza elini uzattı. Kızın bavulu motordan indirmesine yardım etmek istedi. Kızın ne cevap verdiğini duymadım. Ancak kız bavulun tepesinden yukarı bir kol çekti. Bu kol yardımı ile bavulunu motordan çeke çeke kendi indirdi. Motoru karaya birleştiren madeni köprü meyilli idi. Yağan yağmurla kaygan hale gelmişti. Önümdeki bir kaç kişi kaydı, düşme tehlikesi geçirdi. Motorun görevlisi onlara yardım elini uzattı. Uzanan eli tutarak dengelerini yeniden kazandılar. Demek darda kalana el uzatan da oluyor diye düşündüm. “Motordaşlarım” motordan inince değişik yönlere dağıldı. Bavullu kız metroya yöneldi; sanırım havalimanına gidiyordu. Gitarlı turist rehberi Kadıköy çarşısı yönüne yöneldi.

Asya yakasındaki işimi bitirip tekrar Avrupa yakasına geçmek için motor iskelesine döndüm. İskelede 8-10 kişilik bir yolcu grubu vardı. Grup içinde bir kaç küçük grup oluşmuştu. Ayrıca benim gibi tek seyahat eden üç kişi vardı. Gelen motordan boşalan yolculara baktım. Büyük çoğunluk bir çalışma günü sonu evlerine dönen emekçilerdi. Acaba günün yorgunluğunu biraz olsun dindirmek için bu kısa deniz yolculuğunun tadını çıkarmışlar mıydı? Motorun gelmesine yakın, kart basılan döner geçitlerin olduğu yerde kendiliğinden bir sıra oluşmuştu. Motor boşalınca arkadaki demir kapıyı da açtılar. Kartlarımızı elimize alarak öne hamle yaptık. Ama yandan üç kişi sıraya uymadan önümüze giriverdi. İkisi yaşlı, biri gençti. Motor bomboştu, yer bulamama riski yoktu. Ama neden sıraya uymadılar anlayamadım. Demek ki, bazı insanların semtine uygarlık uğramıyor. Bu kişilerde “sıraya uymama bozukluğu”(Yancılık) gelişiyor. Ve bu bozukluk her yaşta görülebiliyor.

Hava geldiğim saate göre daha serinlemiş ve rüzgar artmıştı. Bir süre dışarda durdum. Sonra biraz ısınmak için içeriye girdim. Temiz havadan içeri girince de burnum içerdeki yanık yağ ve balık kokusunu hemen fark etti. Motorun büfesinde balık ekmek satışı var diye düşündüm. Ama görünürde büfede ne balık vardı ne de büfeci. Polisiye romanlardaki gibi sorular şekillendi zihnimde: “Bu balık kokusu nerden geliyordu? Bu koku cinayetini kim işlemişti?” Biraz daha kalırsam üstüme bu yağ ve balık kokusu sinecekti. Tekrar dışarı çıktım. Motorun kaptanı gerçekten kararlı bir şekilde Beşiktaş rotasında hızla ilerliyordu.

Beşiktaş’ta karaya çıkarken yine geride kaldım. İskelede yolculara inerken yardım eden yine bir gemi çalışanı vardı. Sordum kendisine “Balık kokusu aldım, ama büfede balık yoktu” dedim. Çalışan güldü “Balığı biz aşağıda kendimize yaptık” dedi. Böylece kokunun esrarı çözülmüş oldu. Kıtalar arası bir yolculuğum da böylece sona erdi.

Bir yorum

Güzel bir yolculuk olmuştu. Bu güzel yolculuktan neler kaldı aklımda diye düşündüm. Birincisi, Boğaz’ın güzelliği. Boğaz’ın mavi suları adeta insanın ruhunu yıkıyor. Kişi o motora binince en azından 20 dakikalık bir sürede hiç bir şey düşünmemeli, ruhunu yıkamalı.

“Şehrin dokusu bozuluyor, nerde eski günlerdeki insanlık” diye şikâyet ederiz. Ama demek ki, kıyıda köşede, hamur teknesinin bir yerlerinde maya kalıyor. Zordaki bir genç kıza yardım elini uzatan, ruhu müziğe bulaşmış bir turist rehberi çıkabiliyor karşınıza.

Zamana değer vermek önemli bir uygarlık göstergesidir. Her yarım saatte kalkan motorlar kalkış saatlerine titizlikle uyuyorlar. Bu yolculuklar sırasında sigara içene de rastlamadım. Nerdeyse eski kibrit kutusu büyüklüğüne küçülen sigara paketlerinin eriştiği yüksek fiyatın acaba bu durumda bir rolü var mıydı bilemiyorum. Nerden bakarsanız bakın, bu da güzeldi; uygarlık adına güzel bir gösterge idi.

Avrupa yakasından kalkıp, Avrupa yakasına dönmüştüm. Avrupa’daki bir şehirde de ancak bu kadar düzenli olur bir motor yolculuğu olur diye gururlanmıştım. İşte sonunda Avrupa’nın bizi kıskanacağı bir somut örnek bulmuştum. Ancak hevesim kursağımda kalmış, yağ ve balık kokusuyla karşılaşmıştım. Hayalim zedenlenmişti. Ama insan kaynakçısı damarım devreye girdi. Çalışanına boğazda taze balık yediren başka kaç firma var ki diye düşünüp rahatladım.

İstanbul’da yaşamanın bu kadar külfetine katlanan kişilerin, bu yolcuğu her gün yapmasa de haftada bir yapmaları gerekir diye düşünüyorum.

Yaşam dediğimiz şey, bu motor yolculuğu gibi bir şey; bunun biraz daha uzunu. Motor yolcuğundaki yolcular gibi, yaşamınıza bulaşan kişileri de her zaman siz seçemiyorsunuz. Ama önemli olan, bu yolculukta size zevk veren şeylere odaklanmak. Motor yolculuğunda karaya çıkma zamanı belli idi, ama yaşam yolculuğunda o da belli değil. Bu nedenle anı yaşamak, her anın zevkini çıkarmak gerek.

Her yolculuğunuzun güzel geçmesi dileğiyle…

           

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Mutsuz toplum 12 Kasım 2024
Süt meselesi 05 Kasım 2024