Bir mizah emekçisi: Zeki Alasya
Yıllar önce “komşum Nobel aldı” diye yazmıştım. Erenköy’de üst kat komşum Orhan Pamuk’tan söz ediyordum… Yıllar sonra bu kez Sancaktepe’de tanınmış bir komşum daha oldu; ömrünü mizahımıza hizmet etmeye adamış aktör ve yönetmen Zeki Alasya… Onu çok erken, 5 yıl önce bugün kaybettik. Eşi Jülide ile birlikte özenle dekore ettikleri evi, 11 yıl emek verdiği içinde lunaparktan sinemaya, marketten çocuk parkına birçok detay bulunan “tren diaroması”, kedisi, sohbetlerimiz hepsi hepsi aklımda…
Arena, Gen-Ar ve Ulvi Uraz tiyatrolarında yaptığı çalışmaların ardından Haldun Taner, Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan’la birlikte Devekuşu Kabare’yi kurarak ülkemizde kabare kültürünün temelini atan sanatçılardan biri olan Alasya için bir “Ustalara Saygı” gecesi düzenleme şansım da oldu.
Nilgün Belgün’ün esprili sunumuyla renklenen etkinlikte; “Köyden İndim Şehire”, “Hasip ile Nasip” ve “Nereye Bakıyor Bu Adamlar” gibi Yeşilçam’ın klasikleşmiş filmlerinin gülen yüzü, 1977 sonrası yönetmen olarak da imza attığı “Köşe Kapmaca”, “Vay Başımıza Gelenler”, “Cafer’in Çilesi”, “Sivri Akıllılar” ve “Rus Gelin” adlı yapıtların mimarı Zeki Alasya’yı sanat yaşamının farklı dönemlerinde beraber çalıştığı arkadaşları ve özel dostları seyircilere daha yakından tanıttı. Toplantıya Ahmet Gülhan, Atilla Dorsay, Cem Özer, Cezmi Baskın, Erdal Salihoğlu, Ferdi Merter, Halit Akçatepe, Halit Kıvanç, Hülya Koçyiğit, Levent Ülgen, Melek Baykal, Mete Alpman, Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Orhan Topçuoğlu, Tarık Pabuççuoğlu, Timur Acar ve Zihni Göktay konuşmacı olarak katıldılar.
Zeki Alasya’nın rol aldığı unutulmaz oyun ve filmlerden görsellerin yanı sıra özel yaşamından karelerin de yer aldığı bir dia gösterisinin de yapıldığı “Ustalara Saygı” toplantısında, sanatçının müzisyen kızı Zeynep Alasya sahneye gelerek babasının sevdiği şarkılardan örnekleri piyanist Alpay Göltekin ve gitarist Alp Yenier’in eşliğinde yorumladı.
İşte o toplantı öncesinde kendisiyle evinde yaptığım söyleşinin bir bölümünde şöyle diyordu:
“Okudum ben hep. Bir gün fark ettim ki eğer belli bir karar verip kendinizi zorlamazsanız bir süre sonra okumanıza imkân yok. Kütüphanemde tam takım Britannica’m vardı. Bir gün, gelen küçük bir kutudan onun CD’leri çıktı. Çok dokundu bu bana. Çok okumama rağmen o gün karar verdim, ne durumda olursam olayım, ölecek kadar hasta bile olsam her gün ortalama 1 buçuk saat okuyorum. Kitabın üzerinde uyuduğumu bilirim, eşim uyandırır.
Bu İstanbul’da çok şeye tanık oldum çocukluğumda, yeniyetmeliğimde, gençliğimde, orta yaşımda. Ve ihtiyarlığımda hâlâ da yaşamaktayım garip garip şeyler. Büyük insanlar tanıdım, çok şanslıyım, çok önemli kişilerle oturup sohbet etme imkânı buldum. Bunları yazsam, İstanbul’un son 60 senesini yazsam bile bir görevdir benim için. Üstelik bu dönemler bu ülkenin çok garip, inişli çıkışlı grafiği olan, hakikaten enteresan dönemleriydi. Tanıklıklar, bir ülkenin son 60 yılı benim dürbünümden...
Benim param hiç yok. Ben, finansımı yönetme konusunda çok beceriksiz bir adamım. Param olduğu zaman saçıyorum etrafa. Kumar falan oynadığımı zannetmeyin, ama çok cömertim ve de etrafım kalabalık, ailem kalabalık, çevrem kalabalık, parayı tutamıyorum. Eğer param olaydı, meselâ Metin son derece iyi yönetiyor bu finans işlerini, çok tutumlu bir arkadaşım, onun gibi param olaydı projelerimi çok daha rahat yapardım belki. Ama şimdi mutlaka bir finans kaynağı, bir sponsor bulmak zorundayım. Birtakım projelerin gerçekleştirilebilmesi için para da lâzım, ama paradan daha önemlisi, - bir yerden para bulursunuz, bugünlerde sponsor olma merakı var insanlarda - zaman. Çünkü bölünemiyorsunuz. Bu yaşa geldikten sonra yirmili, otuzlu yaşlarda yaptığınız kadar saldıramıyorsunuz her şeye. Bizim Metin’le (Akpınar) öyle günlerimiz oldu ki gündüz film çekip akşam tiyatro yapıp üstelik bir de gazinoda çalışırdık bir gün içerisinde… Şimdi düşünmek bile zor geliyor bana. Kolay işler değil bunlar.
Alışverişimi eşimle beraber kendim yapıyorum. Migros’a gidiyoruz, o da bir garip tavır yaratıyor: ‘Aa siz buradasınız?!’ Niye burada olmayayım kardeşim benim evimin ihtiyacı yok mu?!”
Zeki Alasya belli bir haksızlık, belli bir yanlışlık varsa sesini yükseltir. Bu yaşta da, bu geldiği noktada da sesini yükseltmeyi hak bulur kendinde. Kırılan mı olur ne yapalım. Zaman gelir onlar bile bir gün ‘haklıymış’ derler. Neyi niye yaptığımı belki düşünürler yıllar sonra. Hatta benden sonra...
‘E bir daha dünyaya gelseniz?’ diyorlar, ben de diyorum ki bir daha bu dünyaya gelsem ben yine bu Zeki Alasya olurum. Başka bir Zeki Alasya düşünemiyorum.”
Keşke son 60 yılı yazabilseydi. Keşke yeniden kapısını çalabilseydim. Keşkeler o kadar çok ki… Beş yıl geçti, sizi hiç unutmadım sevgili Zeki Alasya…