Bir Hıdrellez sabahı
Âb-ı Hayat suyundan içerek ölümsüzlüğe erişmiş olan Hızır ve İlyas’ın buluşma günleri, binlerce yıldır olduğu gibi 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, pandemi koşullarında evlerde kutlandı.
Bizde Hıdrellez denir baharın başlangıç gününe. Eski aylardan Hızır’ın birinci gününe dek sürdüğü için Hızır İlyas ya da Hıdrellez diye anılır.
Karaların ve denizlerin koruyucuları olan Hızır ve İlyas, yeryüzünde bir kez daha buluşurlar sevinci ve umudu yeniden yeşertebilmek için. Yeryüzüne bolluk, bereket ve şans saçılacak, ekinler başak tutacak, bitkiler çiçek açacak, ağaçlar meyveye yatacaktır. İnsanoğlu, çektiği bütün acılara rağmen güzel günler yaşayacağı inancını bir gün olsun Hıdrellez’de diri tutabilecektir.
Âb-ı Hayat suyundan içerek ölümsüzlüğe erişmiş olan Hızır ve İlyas’ın buluşma günleri, binlerce yıldır olduğu gibi 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, pandemi koşullarında evlerde kutlandı. Rûz-ı Hızır (Hızır Günü) için yemekler yapıldı; Çünkü ne kadar çok yiyecek hazırlanırsa, o senenin o kadar bereketli ve bolluk içinde geçeceğine inanılır. Ağız tadı bozulmasın diye tatlılar, sevenler sarılsın diye sarmalar, ambarlar dolsun diye dolmalar pişirilir.
Bolluk ve bereket getirdiğine inanılan “s” harfiyle başlayan süt, soğan, sarımsak, sarma, sütlaç, simit getirilir sofralara.
Çocuk sahibi olmak isteyenler gül dalına bez beşik yapıp içine oyuncak bebek bırakırlar; ev sahibi olmak isteyenler gül dalının altına ev maketi koyar; para sahibi olmak isteyenler gül dalına para bağlarlar.
Eğer salgın olmasaydı Anadolu’nun dört bir köşesinde baht açma törenleri yapılacaktı. İstanbul ve çevresinde “baht açma”, Denizli’de “bahtiyar”, Yörükler ve Türkmenlerde ‘mantıfar”, Balıkesir’de “daara yüzük atma”, Edirne’de “niyet çıkarma”, Erzurum’da “mani çekme” adı verilen törenler, yukarıda sözünü ettiğim dilek gerçekleştirme ritüelleriyle sona erecekti.
Kekova’da Roman yurttaşlarımız su kenarında şarkılarla türkülerle eğlenecek, Gerede’de davul çalınarak Esentepe’ye gidilecek, odun toplanarak ateşler yakılacak, yemekler pişirilip keyfedilecekti. Simgesel nahıl ağaçlarına Osmanlı Surnameler’indeki görüntüleri çağrıştıran dilekler bağlanacaktı…
Hızır’ın yeşil ve temiz yerlere geldiğine inanıldığından gün, ağaçlık, yeşillik alanlarda, subaşlarında geçirilecekti. Bahar mevsiminden kolayca çıkabilmek, günahlardan arınıp hafiflik kazanmak için yakılan ateşlerin üzerinden atlanacaktı…
Bu satırların yazarı bir kez daha Fellini’nin çok sevdiği Amarcord’unu hatırlayacaktı. Filmin başındaki baharın muştalayıcısı uçuşan şeytan tüylerini görür gibi olacak, bütün bir kasaba halkının dev şenlik ateşinin etrafında toplanıp eğlendikleri ânı düşünecek, Hıdrellez’in bütün dünyanın bahar kutlama şenliği olmasından bir kez daha sevinç duyacaktı.
Biliyordu ki bu tarihte gökyüzünde yıldızlar yer değiştirecek; güneş, 7-8 Kasım gecesine kadar kalacağı Ülker burcuna girecekti. Tabii ki yıldızlarla ilgilenenler bunun anlamını uzun bir süre tartışacaklardı.
Ak sakalı, kırmızı pabuçları, türlü renkli çiçeklerle örülmüş cübbesi ve al yemenisiyle Hızır, suların ve hayvanların koruyucusu İlyas ile birlikte dünyayı dolaşmaya başlıyorlardır. Bastıkları her yerde güller açılacak, otlar yeşerecek, baharın bereketi fışkıracaktır.
“Gözlersen yazı, bekle Hıdrellez’i” özdeyişi gerçek olmaktadır.
Evet, ilkyaz başlıyordur. Kirlenmemiş yeşillikler, kıpkırmızı gelinciklerle doludur yeryüzü. Doğa uyanmaktadır. Ihlamur çiçeklerinin iç bayıltan kokuları, birazdan bahçelerden evlere dolacaktır…
Hıdrellez ateşlerinin ertesinde uyanılan bir bahar sabahında eflatun rengi ballıbaba tarlarından geçeceğimiz, kavak pamukçuklarının, çiçek tozlarının alerjik nezlelerini yaşayacağımız günler ne zaman yeniden gelecek?