Bir ekonomi politik kesiti

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

AK Parti ekonomide başarılı oldu mu? Başarının ölçüsü 2001 krizi sonrası IMF-Derviş programını uygulamak ve programın amaçlarına uygun gelişmeleri sağlayacak ortam yaratmak ise, başlangıçta evet oldu. Bu ilk “dar” dönem en fazla 3,5-4 yıl sürdü ve yabancı yatırımcıların Türkiye'ye bakışını değiştirdi. Bu dönemde yerli bireysel tasarrufçu ve iş adamlarının mali piyasalara, özelleştirmelere, yatırım fırsatlarına bakışı değişti. Yabancı bankalar yerli bankalara ilgi gösterdi. Dış kaynak bulmak kolaylaştı. Bu dönemde Türkiye ekonomisinin 10 yıl içinde 1 trilyon dolarlık bir ekonomi olacağına, piyasalarda bütün çarpanların yükseleceğine, enflasyonun ve faizlerin düşük seyredeceğine, kur riskinden korkmamak gerektiğine dair bir bakış yerleşmeye başladı. O zamanlar 1 trilyon dolarlık bir ekonomi olmak büyük hedefti. İhracatçılar TL’nin fazla değer kazanmasından hoşlanmadılar ama kur ihracatın tek, hatta en önemli belirleyicisi değildi. Derviş programının “sıcak paraya” dayandığını, sonunda Cumhuriyet'in 80 yılda biriktirdiği kamu sermayesi, KİT’ler elden çıkarılınca Arjantin'in 2001'deki durumuna düşüleceğini, cari açığın hızla artacağını ve gelişmelerin kur riski oluşturduğunu söyleyenler müzmin şom ağızlılar olarak damgalandı. Eleştiriler kelimesi kelimesine doğru değildi belki, ama önemli bir gerçek payı vardı. Özellikle tarım söz konusu olduğunda bu böyle.

Elbette, piyasaların günlük, haftalık, aylık işleyiş mantığı açısından işler kötüye gidiyor uyarısında bulunan yorumcuların yanıldığı açıktır. Piyasada 3-5 yıl sonrasına bakarak analiz yapılmaz. Bu tür öngörü başkalarının işidir. Mesela 2004-2005 yıllarında söylenenlerin doğru çıktığı yıl, dünya açısından bakarsak, 2008 oldu. Meşhur Nouriel Roubini 2005 yılında “küresel kriz geliyor” kehanetinde bulunmuştu. Türkiye ekonomisi açısından tıkanmanın 2013 yılında açık hale geldiğini düşünürsek, sonunda haklı da çıksalar 8-9 yıl boyunca “kriz yakın” diyenlerin piyasa tarafından neden dikkate alınmadıklarını anlayabiliriz. Örnekler çok: 1995-2000 arası ABD ekonomisinde ve mali piyasalarında, esas olarak Nasdaq ve S&P 500 borsa endekslerinde balon oluştuğunu söyleyenler de uzun süre ciddiye alınmamıştı. Kapitalizmde "rasyonel" ve "irrasyonel köpükler" (balonlar) oluşabiliyor ve çok uzun sürdükleri için süreci içeriden yaşayanlar genişleme döneminin sonsuza dek süreceğine inanabiliyorlar.  

ABD'de uzun vadeli faiz oranları ve özellikle büyüyen şirketlerin yüklendiği sermaye maliyeti 1990’lardan beri düşüyordu ve 2000'lerde dünyada da aynı eğilim devam etti. 1990 yılından sonraki düşüş oldukça açıktır: 1980 ile 1990 yılları arasındaki ortalama reel faiz farkı 200 baz puan civarındadır. Böyle bir düşüş 1995-2000 arası ABD’de menkul kıymet fiyatlarındaki artışın önemli bir kısmını açıklayabilir. Sadece Amerikan hazine bonolarının reel faiz oranlarındaki düşüş bile, tek başına, 1990’lı yılların ikinci yarısında –genel olarak, tüm hisse senedi piyasalarında- piyasa değerlerinde görülen artışın yarısından çoğunu izah etmeye yetebilir. Bu düşüşe rağmen ABD piyasalarına kaynak girişi oldu.

Bundan sonrası biraz “teknik” olacak. Bildik türden rasyonel köpük yatırımla pozitif ilişki içindedir, aynı yönde hareket eder ve tüm yatırımcı ve tasarrufçular yüksek faiz oranlarıyla karşılaşsalar bile bu durum değişmez. Şayet büyüme/tasarruf geri beslemesi yeteri kadar güçlüyse, ekonomi birden fazla durağan duruma sahiptir. Sermayenin marjinal ürünü sermaye stoku büyüdükçe azalacağı için, spekülatif patikanın ulaştığı durağan durum (denge de olabilir) normalden düşük bir sermaye maliyetine işaret edecektir. Hisse senedi değerlemesi fiyat/kazanç oranıyla temsil ediliyorsa, durağan durumda fiyat sadece kazançların sermayenin maliyetine bölünmesiyle bulunduğundan, değerleme –yani fiyat/kazanç oranı- sermaye maliyetinin tersine eşittir: 1/sermaye maliyeti = firma değeri. Böylece, spekülatif büyüme patikasının dengesi bir aşırı değerleme dengesi anlamı da taşımaktadır çünkü dengede değeri sadece sermaye maliyeti belirliyor. Durağan durumda kazançtan bağımsız olarak belirlenmeye başlayan değerler sermaye maliyeti düşük olduğu için zorunlu olarak yüksek çıkacaktır. Daha yüksek tasarruf gerektiren bir spekülatif dengede nasıl olur da daha düşük sermaye maliyeti elde edebilir? Tam da ulaşılan yüksek sermaye stoku tasarrufları beklenenden daha çok artırarak, düşük marjinal sermaye nedeniyle faiz oranlarının düşmesinden kaynaklanan tasarruflardaki düşüşü fazlasıyla telafi ettiği için bu bir süreliğine mümkün olabiliyor. Yani kaynak arzı kaynak talebinden hızlı artar. Dünyada böyle bir dönem yaşandı.

Türkiye'de de buna çok benzeyen bir dönem yaşandı. Faizler hızla düşerken, kur reel olarak –hatta nominal olarak- değerlendi, döviz cinsi borçlanma maliyetleri düştü, varlık fiyatları yükseldi. 2005 bu eğilimin doruğa çıktığı yıldı. AKP'nin ekonomideki başarısı, dar anlamda alınırsa, ilk üç-dört yılın performansına dayandırılabilir. Ama bu “başarılı” üç-dört yıl döviz cinsi borçlanmaktan korkulmaması gerektiğini ima ederek 2004 yılından itibaren özel sektörün hem döviz borçlanmasını hem de döviz pozisyon açığı taşımasını teşvik etmiş oluyor. Başarı mıdır? Programın mantığı açısından başarıdır ama içinde sorun tohumları taşıyan bir başarıdır. Ayrıca bu dönem dünyada tasarruf bolluğunun olduğu ve tüm gelişmekte olan piyasalara dolar yağdığı dönemdir. Büyüme hızı da haliyle yüksekti. Mesela 2002-2006 arasını alırsak o dönemin serisiyle yüzde 7,2 yıllık ortalama büyüme oranına ulaşırız. Bu oran 1990-2001 (2001 krizini içererek) döneminin –1989'daki 32 sayılı karar sonrası sermaye hesabının yabancı giriş çıkışlarına etkilerinin ilk yılı olarak 1990'ı alınca- yıllık ortalama yüzde 3,4'lük büyüme oranının iki katından fazladır. 2004-2005 ev ve araç kredisi patlamasının yaşandığı yıllardır. 2006’ya gelindiğinde görünüşe göre her şey çok iyi gidiyor denebilirdi. Sonra ne oldu? Uzunca bir analiz gerektirir.

Derviş-IMF programının dar döneminin -yani tüm yaptırımlarıyla sıkı sıkıya uygulandığı dönemin 2006 yılında bittiğini söylemek mümkün. Özetlersek Derviş-IMF programının mantığıyla ve sadece bir ekonomist gibi bakarsak yaklaşık 20 yıllık AKP döneminde sadece üç-dört yıllık “başarı öyküsü” ve on yıl süren “el yordamıyla durumu idare etme” davranışı bulabiliriz. Olabilir, denebilir ki programlar birkaç yıl iyi çalışır, sonra sonuçlar dengeye gelir. Zaten sürekli stabilizasyon programıyla hareket edemezsiniz. Doğrudur, edemezsiniz ama geri kalan beş-altı sene ne olacak? Onlar son seneler ve ekonomi kuramı/para politikası pratiği açılarından ne olduğunu anlamakta zorlanılan yıllar. Şöyle ki 2018 Ocak başında 3,77 olan dolar kuru bugün 19,35’te duruyor. 2003 Ocak başı kaçtı? 1,65. Yıllık bileşik değer kaybetme katsayısı ne kadar? 2003-2018 arası yüzde 5,66. 2018-2023 arası ne kadar? Yüzde 38,7. Bu rakamları nasıl analiz edelim? Teknikle veya kuramla mı açıklamaya çalışalım yoksa daha geniş bir ekonomi politik/bölüşüm mantığı açısından mı bakalım? 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Cumhuriyet ve özgürlük 19 Kasım 2024
Trump 12 Kasım 2024
Geçmişe bir yolculuk 29 Ekim 2024
Laiklik ve sekülarizm 15 Ekim 2024
Devrimlerin devrimi 01 Ekim 2024
Bir kez daha sekülarizm 24 Eylül 2024
Georges Sorel ve ötesi 17 Eylül 2024