Bir dünya yarattım, yalnız hepimiz için
Yaşar Özel’in şarkısındaki “Bir dünya yarattım, yalnız ikimiz için” sözlerinden yola çıkarak böyle bir başlık attım. Benim bahsedeceğim ise, veriye dayanan, tedarik ve arz zincirleri insanların ihtiyacını karşılamak üzere yeniden düzenlenmiş ve Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi insanların “refah ve mutluluğuna” hizmet eden bir dünya.
Yeni yıl dileklerine erken başlamak gibi anlaşılabilir ama aslında yapmamız gerekenlerin listesini çıkarırken üzerinde çalıştığım konuları dile getiriyorum. Görünen o ki, ABD seçimlerinin ardından seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump, Elon Musk’ın da içinde yer aldığı şaşırtıcı (Musk için değil, diğerleri için söylüyorum) bir kadro kurmakla uğraşırken kaybedenler sorunları çözülemeyecek kadar felç edecek bir koşullar toplamı yatmak için bütün güçleriyle çalışıyorlar. Bunun sonuç alabildiğini şimdiye kadar müteaddit kereler gördüm.
Genellikle ne işi batıracağından emin olduğunuz ekiple ne de işi tam olarak bilmeyen ve dengeleri gözeten orta kademe yöneticilerle işi sürdürmeye çalışan patronla sorunu çözemeyeceğinizi bildiğinizden kendinizi yavaş yavaş dışarı atarsınız. Bu kurguda, siz çekildikçe bu ikili kendi içinde anlaştığı alternatiflerle sizden doğan boşluğu doldururlar. Başlangıçta daha iyi sonuçlar vereceğini anlattıkları ancak sonuçta olanın da akışını bozdukları bir sarmal yaratırlar ve her şey aşağı doğru gider. Siz de artık yaptığınız güzel şeylerin güzel olduğunu hatırlamamaya başlarsınız. Bu noktada gardınız düşmüş olur ve savunacak herhangi bir şey bulamazsınız. Yenilgi noktası burasıdır.
Bunu aşmak için, bütünüyle başka bir sistem kurmaya cesaret etmek, bu yeni sistemi bir mühendis gibi en ince ayrıntısına kadar tasarlamak ve tavizsiz bir biçimde yeni sistemi kurmak gerekir.
Bunu yaparken geçmişin birikimi ile geleceğin vizyonunu birleştirmek kritik önem taşır. Geçenlerde İTÜ’den bir arkadaşımla karşılaştık ve sohbet ederken İzmir’e taşınacağını söyledi. İzmir, İstanbul ve Ankara ile hızlı tren bağlantılarının gelecek yıllarda kurulması ile birlikte bu iki merkezle bağlantılı bir hale geleceği için bu taşınma tamamlandığında bu arkadaşım için emeklilik sığınağı değil, bir yaşam alanı oluşturacak. Samimi bir sohbet olduğu ve pazar sabahı arayıp rahatsız etmek istemediğim için adını vermeyeceğim bu arkadaşım ile yeni evindeki iklimlendirme sistemini de konuştuk.
Isı pompası kurduğunu söyleyen arkadaşıma hangi marka ısı pompası aldığını sordum. Yeni almadığını, elinde Viessmannn marka bir ısı pompası bulunduğunu ve onu kullandığını söyledi. Evin zeminden ısıtma sistemleri yeni kurulmuştu ancak fan coil kurdurmadığını söyledi. Daikin Türkiye’nin Daikin’in Avrupa’daki distribütör ağı üzerinden pazara sunacağı fan coil’lerin tek üretim üssü olması üzerine yazmış biri olarak “Ne değişirdi ki?” diye sordum. Bilgiye açtım.
Arkadaşım, fan coil olduğunda ısıtma ve soğutma için aynı kanalın kullanılabildiğini ve bunun pozitif bir etkisi olduğunu anlattı. İşin ekonomisine yoğunlaşırken bu temel olguyu merak etmediğim için kendimden utandım.
İkinci utanç noktası ise, işin ekonomisi ile ilgiliydi. Bu konuyu çok iyi bildiğimi düşünüyordum. Avrupa’da ısı pompası kullananlara elektrik fiyatları konusunda teşvikler sağlandığı için ısı pompalarının hızla yaygınlaştığını ancak Türkiye’de böyle bir uygulama olmadığı ve elektrik pahalı olduğu için aynı sonucun oluşmadığını anlattım. Arkadaşım, Almanya’nın yanı sıra Portekiz ve İspanya gibi ülkelerde de bu tür teşvikler bulunduğunu ve bunun ısı pompalarının yaygınlaşmasına olanak tanıdığını söyledikten sonra kendi hikâyesini anlatmaya başladı.
Ancak bu ısı pompasının içinde sadece yardımcı role sahip olduğu bir hesaptı ve güneş enerjisinden kendi elektriğini üretmekle ilgiliydi. Güneşten elektrik üretmeyi araştıran arkadaşım yaptığı ilk hesapların bu yatırımın dönüş süresinin yedi yıl civarında olduğunu gösterdiğini ancak bazı mühendislik düzenlemeleriyle bunu beş yıla kadar düşürebileceğini görüyor. Ancak bir diğer mühendis arkadaşı, yatırım dönüşünü iki yıla düşüren bir bakış açısıyla onun hesaplarını çöpe atmasını sağlıyor. Buradaki yöntem aslında bu ölçek ekonomisi yaratmaktan başka bir şey değildi ancak ısı pompasının veya güneş enerjisi yatırımının yatırım dönüşüne takıldığınız zaman bunu göremiyordunuz. Benim aklıma ilk olarak üretim fazlası elektriği ücreti mukabili şebekeye basmak gelmişti ama arkadaşımın arkadaşı, evdeki ocak da dahil olmak üzere her şeyi elektrikle çalıştırmanın yatırımın dönüşünü bu kadar kısa süreye çekebileceğini anlatmıştı. Bu makul projeyi uygulamaya koyan arkadaşım, eve yerleştikten sonra gerçek sonuçları da görecek ancak her şeyin değiştiği büyük bir dönüşüm yarattığı şimdiden görülüyor.
Bunun fan coil boyutu ile birlikte gelecek uygulamalara zemin olacağını ve gelecekte daha iyi örneklerin ortaya çıkacağına güvenim tam. Bunun için mühendislerin kendi aralarında daha fazla konuşması ve başka disiplinlerin birikimini de katarak daha iyi çözümler oluşturması gerekiyor. Bu çözümlerin toplumda kabul görmesinin sağlanması ile az önce bahsettiğim ölçek etkisinin yaratılması ise, bunun devam filmini oluşturuyor. Bu toplumsal boyut, mühendislerin zayıf olduğu bir alan ancak bunu öğrenmek gerekiyor.
Ölçeklenme ve kalite artışının iyi bir örneği
Geçenlerde mühendislik öğrenimi görüp benim gibi farklı bir alanda çalışan bir arkadaşımla bir araya geldiğimizde, çözümleri değil sorunları konuşan bir toplum olmamızın işleri ne kadar kötüleştirdiğini ele aldık. Bu, gündemimizde olan bir konu değildi; aslında yapay zekâ konusunda yaptıkları çalışmaları ele alacaktık. Yönettiği şirketin faaliyet alanı itibariyle, chatbot’ların ötesine geçip geniş dil modeli (LLM) eğitmeleri dikkat çekiciydi. Ancak iş, eğitimden konuların bütün boyutları ile tartışıldığı ortamların yokluğuna kadar geldi. Böyle bir ortamda bırakın gelecek kuşakları yapay zekâ eğitmek bile deveye hendek atlatmaktan zor bir şeye dönüşüyordu.
Biz daha önce bu boyutu da hiç düşünmemiştik. Doğru olanı bulmanın ve ortaya koymanın yeterli olduğu yanılgısı içinde hakikati hakim kılmanın önemini unutmuştuk. Bu, mühendisler için genetik bir hastalıktı. Bir diğer mühendis/yönetici (isimsize bağladık, onun da adını vermeyeyim) ile bir araya geldiğimizde, geliştirdikleri kimlik doğrulama çözümünün ne kadar önemli olduğunu anlatırken Türkiye’de sadece sosyal güvenlik alanında 100 milyar liralık kaybı engelleyeceğini söyledi. Üstelik bu, öyle bir ölçek gerektiriyordu ki kendilerini bu büyüklükte üretim gücü kurması mümkün olmadığı için yeni bir sektör ve ekonomi yaratacaktı. İkimiz de ilk anda bunun çok önemli olduğuna inandık ancak ben bir süre sonra ayıldım. Ortada yenilmekte olan 100 milyar liralık bir pasta varsa, bunu yiyenler bu çözümü nasıl kabul edecekti? Heyecanımızı kırmamak için bu soruyu gündeme getirmedim ama bu da ileriye doğru olduğunu iddia ettiğimiz dönüşümlerin bu boyutunu hesaplamadığımız için bu dönüşüm süreçleri asla tamamlanmıyor ve biz sürekli dönüşerek en sonunda trolleşmiş bir toplum oluyoruz. Trolü, siyasi tartışmalardaki biçimiyle değil, bilim kurgu edebiyatındaki yaratıkların adı olarak kullanıyorum. Zaten anlattığımı anlamanız için bu şekilde değerlendirmeniz gerekiyor: Anlamayanlar, anlayanlardan öğrensin.
Trolün aksi olarak spotta tanımladığım sisteme uygun ve bu sistem içinde yaşarken sistemi geliştirecek insanı öneriyorum. Yoksa ölüleri geri getirmek için uğraşan Dr. Frankenstein’ın yarattığı yaratıklarla yaşamak zorunda kalacağız. Bunu biraz daha açarsam, veriye dayalı ve tedarik/arz zincirleri doğru tasarlanmış yapılarla, o cesedin kolu ile diğerinin bacağını dikip elektrik vererek yapılana göre daha iyi sonuç alacağımızı düşünüyorum. Bunu ölçeklendirdiğimizde insan refah ve mutluluğu ya da saadetine ulaşmak için daha büyük etki yaratabiliriz. Zaten bunun yapılmışı var.
Şarkılar ve gerçeklerin buluşma noktası
Yaşar Özel’in “Bir dünya yarattım, yalnız ikimiz için” diye belleğime kodladığım şarkısını çok severim ama uzun süredir dinlemek aklıma gelmemişti. Bunun nedeni artık her şeyi, çalma listeleri üzerinden dinliyor olmamız. Kasetçaların yanında duran favori kasedimiz ya da kanepenin kenarında hazır bekleyen favori CD’miz artık yok. Gençliğimdeki, plaklarımı listeleyip istediğimi çalma alışkanlığı da çok geride kaldı.
Bütün bu değişimlerin içinden geçerken trole dönüşmemizi engelleyecek olan, yeniyi hayatımıza katmanın daha iyi yollarını bulmamız. Bunun yollarından biri, anlamsal ve bağlamsal ilişkilendirme yapmak. Bu ise aslında odağını belirleyip ona bağlı kalmakla mümkün ve nasıl sorusundan neden sorusuna geçmeyi gerektiriyor. Toplum olarak, “nasıl” diye sorduğumuz sorular bizi trolleşmeye götürürken “neden” sorusunu sorarak insan kimliğimize daha fazla yakınlaşabiliriz.
Bunun bir örneğini, Gazi Mustafa Kemal daha Cumhuriyet ilan edilmeden, Lozan görüşmeleri sürerken İzmir’de düzenlediği İktisat Kongresi’ndeki konuşmasında veriyor. Konuşmanın girişi şöyle:
“Efendiler;
Aziz Türkiye'mizin iktisadi tealisi esbabını aramak ve bulmak gibi vatani, hayati ve milli bir gaye-i mukaddese için bugün burada toplanmış olan sizlerin, muhterem halk mümessillerinin huzurunda bulunmakla çok mesut ve bahtiyarım.
Efendiler;
Uzun gafletlerle ve derin lakaydi ile geçen asırların bünye-i iktisadiyemizde açtığı yaraları tedavi etmek ve çarelerini aramak; memleketi mamuriyete, milleti refahiye ve saadete isal yollarını bulmak için vuku bulacak mesainizin muvaffakiyetle neticelenmesini temenni eylerim.”
Bu metnin günümüz Türkçesine daha yakın biçimi için İstanbul’daysanız İş Bankası’nın Eminönü’ndeki müzesini ziyaret edebilirsiniz; bir ekranda akan yazı formatında yer alıyor. O metinde benim dikkatimi çeken “refah ve mutluluk” olmuştu. Bu metinde milletin refah ve saadeti olarak yer alıyor. Bunun başında ise, memleketin imar edilmesi var.
Ama daha önemlisi, bu işi yapacak olanların bir araya gelip çözüme ulaşan bir yol geliştirmesi için bir niyet ve bu kitleye liderlik etme şeklinde bir yaklaşım var. Bunu tarih bilgisi olarak ifade etmiyorum.
Vizem sona ermeden ABD’ye yaptığım son ziyarette, Amazon’un iş yapma stratejisini dinledim. Eskiden yönetim kurulunda bir kişinin itiraz etmesi durumunda bir projeyi rafa kaldıran Amazon, artık bir kişinin yapılmasını istemesini projeyi başlatmak için yeterli görüyor. Bunu uygularken de, izole bir ortamda konsepti denemek ya da POC yapmak yerine işin içinde deniyor ve başarılı bulursa ölçekleyerek bütün yapıya yayıyor. NVIDIA, buna benzer bir uygulama ile kendisini ileri taşıyor.
Bizim de 100 yıl önce uyguladığımız başarılı model budur. Gazi Mustafa Kemal’in, yapılan hataları görmeyi de içeren geçmiş deneyimi, bu şekilde başarılı bir örnek ortaya çıkarıyor. Yaşar Özel’in o şarkısının sözleri bu örnekte “Bir dünya yarattım, yalnız, hepimiz için” şeklini alıyor. Bunun nasıl yapıldığını anlamamıza bugün yardımcı olan ise sanat ve sanatçılar.
Sahnede Huysuz Virjin adıyla yer alan Seyfi Dursunoğlu’nu anlatan Seyfi Bey adlı oyun tam olarak bu üretim modelini yansıtan mükemmel bir örnek. Normalde bir tiyatro oyununda kadro belirlendikten sonra okuma provaları yani POC yapılır ve daha sonra sahnede önce kostümsüz sonra kostümlü provalara geçilirken burada bambaşka bir yöntem takip ediliyor. YouTube’da yer alan kulis videosundan anladığım kadarıyla Dursunoğlu’nu canlandıran Armağan Çağlayan metni hatmetmiş olarak Yönetmen Celal Kadri Kınoğlu’nun yanına geliyor ve doğrudan sahne üzerinde oyunu geliştirmeye başlıyorlar. Kınoğlu, belirli yerlerin nasıl oynanmasını istediği konusunda müdahil olurken sahne üzerinde Çağlayan performansı gerçekleştiriyor. Bu, yeni üretim modelinin bir işe uygulanması konusunda şu anda bildiğim en iyi örneği oluşturuyor. Umarım bir gün tükenmeden iyi bir yerden bir bilet bulup oyunu izleme fırsatı yakalarım.
Son olarak Frankenstein’a yaptığım olası bir haksızlığı da düzelteyim. Hikâyede kötüler çoğalmak için Dr. Frankenstein’ın notlarını ele geçirmeye çalışırken benim en sevdiğim 2014 yapımı Ölümsüzlerin Savaşı (I, Frankenstein) hayata döndürdüğü canlı kendisinin yaratılış hikâyesini anlatan kitabı okuduktan sonra yakıp kötülükle mücadeleye girişir. İngilizce I, Frankenstein’ın adının çağrıştırdığı, Isaac Asimov’un I, Robot kitabında olduğu gibi biz ancak o andan sonra bu yaratığı tanıma fırsatı buluruz ve elimizde veri oluşmaya başlar. Her şeyin başladığı yer de bu değil midir?