Bir bisiklet kazası ve Türkiye ekonomisi
Küçük çocuk 13-14 yaşlarındaydı. Boyuna uygun bir bisikleti yoktu. Durduğunda ayaklarını yere basamayacağı bir bisiklete binmişti. Arnavut kaldırımı döşeli bir yoldan gitmesi gerekiyordu. Kaldırım taşı çok kötü döşenmişti, o yüzden yolun kenarındaki topraktan gitmeyi tercih etti. Tüm bisikletlilerin tercihi o toprak bölümdü zaten ama orası da dardı. Karşıdan gelen başka bir bisikletliyle çarpıştı. Ayaklarını yere koyamadı ve sol tarafına devrildi. Sol kolu dirsek ile bilek arasından kırıldı. Kırık çok fenaydı, anlatılana göre kemik neredeyse deriyi delip çıkacak duruma gelmişti.
Bu olay bir Anadolu kentinde ve neredeyse yarım yüzyıl önce yaşanıyordu.
Kırık koluyla evine kadar yürüdü. Yakınları küçük çocuğu koca şehirde sanki hastane yokmuş gibi çok yetenekli olduğu söylenen yaşlı bir kırık çıkıkçı kadına götürdü. Kadın kırığın ne kadar vahim olduğunu görmüştü, film olmadan müdahale edemem, dedi. Belli ki biraz bilimsel çalışan bir kırık çıkıkçıydı.
Yakınları çocuğu kaptıkları gibi hastaneye götürüp kolunun filmini çektirdi. Çocuk yaşadığı acıdan dolayı bir şey diyecek durumda değildi de, hiç kimsenin de aklına “Hastaneye kadar geldik, elimizde film de var, burada bir doktor tedavi etsin” demek gelmedi. Elde film, doğru tekrar kırık çıkıkçı kadına...
Kadının sardığı kol bir süre sonra iyileşti. İyileşti ama kemik hafif eğri kaynamıştı. Artık yapılabilecek bir şey yoktu.
Yıllar yıllar sonra o çocuk kocaman adam oldu ve buzda kayıp düştü bu kez. Yine aynı kol, bu sefer omuzla dirsek arasından kırıldı. Tabii ki bu sefer adres hastaneydi. Filmi inceleyen ortopedist, eski kırığı da görünce şaka yollu “Hazır elimiz değmişken isterseniz dirseğin altındaki eğriliği de kemiği kırıp düzeltebiliriz” diyecekti. Yok yok kalsın, dedi adam gülümseyerek, siz yukarıyı iyileştirin yeter, ben eğri kolumla mutluyum. Zaten dirsekle omuz arası için bir operasyon gerekmemiş, kırık klasik tedaviyle iyileşmişti.
Ekonomi kör topal gidiyordu
2021’in ilk yarısı... Ülkenin ekonomik sağlığı pek iyi değildi. Vatandaşların bir kısmı sıkıntı çekiyordu. İşsizlik sorundu, özellikle genç işsizliği giderek büyüyor ve gençler adeta daha üniversiteye adım attıkları gün mezun olduklarında iş bulup bulamayacaklarının kaygısını yaşamaya başlıyordu.
Ama yine de genel durum çok da vahim sayılmazdı...
Yıllık enflasyon yüzde 15-20 arasında dalgalanıyordu. Mevduat ve kredi faizleri de enflasyona yakındı.
Benzin 7, motorin 6 lira dolayında seyrediyor; dolar 7-8, euro 8-9 lira bandında dolanıyordu.
Sorun vardı ancak ne enflasyon tırmanıp gitmişti, ne de hayat pahalılığı dayanılmaz boyutlardaydı. Vatandaş zar zor da olsa idare etmeye çalışıyordu.
Ekmek 1.5 lira, etin kilosu 60-70 lira civarındaydı. Devletin, kira artışlarına yüzde 25 sınır getirme gereği duyması söz konusu bile değildi, çünkü artış oranı bu düzeyin zaten çok altındaydı. Hem kiralar, gelirlerin neredeyse tümünü yutar hale gelmemişti.
Tamam, o dönemdeki ücretler de tabii ki daha düşüktü, örneğin asgari ücret 2.825 liraydı ama ele geçen paranın bir görünen hali vardı, bir de alım gücü.
Ya bisikletten düşen koskoca ülkeyse?
Küçük çocuk boyundan büyük bisiklete binerek başına büyük işler açmıştı.
Peki ülkeyi yönetenler de yanlış bir tercihle koskoca ülkenin başına büyük işler açamaz mıydı?
Ağustos 2021... Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 19, yıllık enflasyon yüzde 19.25, dolar ve euro kuru 8.5 ve 10 düzeyinde.
Nedeni belli de, hadi nedense diyelim, ülkeyi yönetenler büyük bir bisiklete binme, faizi indirme, bir de öylesini deneme hevesine kapıldı.
Sözüm ona gazeteci olan bazı şahıslar, yılışa yılışa Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güya soru sordu:
“Siz faiz düştükçe enflasyon da düşecek dediniz, buna karşı çıkanlar oldu ama gerçekten de enflasyon düşüyor...”
Bu soru bile değildi ya, neyse!
Erdoğan o zamanlar bu görüşünü koruyordu, faiz daha da düşecek, enflasyon da giderek gerileyecekti.
Bu bize Nobel iktisat ödülünü getirecek bir formüldü ama olmadı, faiz indirilerek enflasyon düşürülemedi, biz bisikletten düşüverdik!
Parçalı kırık!
Faizi yüzde 19’dan 8.5’e kadar indirmenin maliyeti ağır oldu.
Enflasyon resmi ölçümlerle bile yüzde 85’e ulaştı.
Devlet kira artışlarını yüzde 25’le sınırlama kararı aldı. Ortada böyle bir karar var ama bu sorunları çözmekten çok uzak. Ev sahibi kiracı kavgaları cinayetlere varmaya başladı.
Kendi halimizde geçinip giderken 8.5 ve 10 düzeyinde bulunan dolar ve euro 30 liralara geldi.
Bisikletten öyle bir düşmüştük ki, o çocuğun durumundan beter olduk. Kemik deriyi parçalayıp çıktı, büyük bir operasyon gerekiyordu.
Boyumuzdan büyük bisiklete binmememiz gerektiğini öğrenebildik mi bilinmez ama acı içinde kıvranırken kendimizi doktorlara emanet etmek zorunda kaldık.
Başladık, “Artık hiç olmaz” dediğimiz faizi artırmaya. 19’dan 8.5’e indirdiğimiz faizi 35’e çıkardık.
Bu gidişle daha da artıracağız.
Yani sonuçta 19’dan 35’e geldik!
19’dan 8.5’e inilmemiş olsaydı 35’e gerek duyulur muydu? O inişin, boyumuzdan büyük bisiklete binmenin bedelini ödüyoruz şimdi.
19’u 8.5’e çekmemiş olsak, faiz şimdi belki yine 19’du ya da 20, belki de 15’ti; 35’e hiç gerek duyulmayacaktı.
Benzin ve motorin 40 liraları zorlamayacak ve bu ürünleri belki 15 lira civarında alabilecektik.
Ama kemik deriyi delip geçti, üstelik parçalı kırıktı ve operasyonu yapacak ekip işbaşına getirildi.
Ama ekibin elinde bu operasyonu yapacak yeterli ekipman yoktu ki... 35’e burun kıvırıyordu ekipmanı sağlayacak olanlar.
Üstelik şu riske de dikkat çekiliyordu. Kol eski sağlığına tam olarak kavuşmayabilirdi. Eskisi kadar güçlü olmayacağı kesindi, üstelik uzun süre fizik tedavi gerekecekti.
Enflasyon tekrar artışa geçmişti hem. Kaldı ki ifade edilen hep son bir yıldaki orandı, o oran düşmüş olsa bile fiyatlar gerilemeyecekti ki, kol eski haline gelmeyecekti ki...
Küçük çocuk öğrenmişti boyundan büyük bisiklete binmemesi gerektiğini...
Peki acaba Türkiye öğrenmiş miydi böyle yanlış tercihler yapmaması gerektiğini?