Bir başka Eylül…
Bu sene Eylül’ü öyle olumlu duyumsayamıyorum. Pandemi, “hüzün ve yas mevsimi” duygusunu yoğun bir biçimde hissettiriyor. Eylûl’ün Suat’ının alıntıladığım sözcükleri kafamda daha fazla dolaşıyor.
Eylül geldi. Atkestanelerinin, çınarların, kavakların sararmaya başlayacağı, serin rüzgârların eseceği, denizin biteviye çalkandığı, lacivertinin hırçınlaşacağı, kurşuniye dönüşeceği, derin gök gürültüleri, ürpertici, öfkeli şimşekler eşliğinde yağmurların yağacağı, kara kara bulutların gökyüzünü saracağı eylül ayındayız…
Sabahları havanın bir başka parlayacağı, öğleden sonraları kimi zaman hemen soluverip gün içerisinde birkaç doğa olayının ardı ardına yaşanacağı bir ay…
Hüzün ve yas zamanı… Hazan mevsimi… Sanki bir romanın, bir filmin veda sahnesi…
Önceki mevsimlerin o güzel havalarına esef edilip hasret çekilen dönem…
Yeniden yaz olsun, yaz gelsin sözcüklerinin dillerden eksik olmadığı, sürekli veda “kutlamaları” yapılan saatler, günler, haftalar…
Ben, hiç öyle bir özlem duymadım… Aksine severim eylülü… Mehmed Rauf’un çok sevdiğim ülkemizde psikolojik romanın ilk başarılı örneklerinden Eylûl’ün kahramanı Suat’la da farklı düşerim eylüle bakışta bu nedenle. Bir zamanlar yıllar sonra yeni baskısını yayına hazırladığım kitapta diyordu ki:
“İnsanlar çürümeyecekler mi? Eylûlde, sanki bahara hasret çeken üzgün bir tazelik, sanki üzerine çöken kışa, kendini mahvetmek isteyen sonbahara rağmen devam etmek, yine bahar olmak mücadelesi vardır; fakat bunun muhtaç olduğu şeylerden mahrumdur ve kendisinde de dayanma gücü kalmamıştır, tabiat da bunu anlamış gibi acı bir düşünceyle üstüne çöken ıssızlığın, matemin altında dayanabilirse dayansın kışın galip geleceği, artık her şeyin, her ümidin bittiğini buna tahammül lâzım geldiğini anlamaktan doğan bir takatsizlikle ağlar… Ne renk, ne de güzel koku… İşte yapraklar ölüyor… Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı, her şey çürüyor, ah! Her şey çürüyor!..”
Suat’ı çok iyi anlarım, anlarım da o bir roman kişisidir, oradaki betimlemeler çok güzeldir, ama biz umutlarımızı hep “son bahar” değil “ilkbahar” tutmalıyız, diye düşünürüm…
Uyanır uyanmaz pencereden gökyüzüne bakarım… Hava yağmurludur, güneş bulutların ardına gizlenmiştir, fırtına vardır beni hiç ilgilendirmez, yalnızca nasıl giyineceğim için önemlidir doğa koşulları… Hatta biraz bulutluysa hava daha da hoşuma gidebilir… Yeni bir gün başlamaktadır her sabah…
Eylül, birçok doğa olayının lezzetini tadabileceğim verimli bir aydır. Çürüyen yaprakların kokusu, bir parfüm gibi gelir bana yağmurun esintisine karıştıkça…
Bu sene eylülü öyle olumlu duyumsayamıyorum. Pandemi, “hüzün ve yas mevsimi” duygusunu yoğun bir biçimde hissettiriyor. Suat’ın yukarıda alıntıladığım sözcükleri kafamda daha fazla dolaşıyor.
Lütfen maske, mesafe ve hijyen kurallarını bu dönemde hayatımızın vazgeçilmezleri olarak benimseyelim; Eylülün hüznü, solgun renkleri yerlerini hepimiz için umudun ışığına bıraksın…