Bir bankacılık deseni
2005 yılının sorusu şuydu: Bankacılık sektörü tamamen yabancı bankaların hâkimiyeti altına girecek mi? Doğrudan yabancı sermaye girişleri başlamış, o sene tüm varlıklarda yüksek getiriler elde edilmişti. Haliyle bankalar da ilgi çekiyordu çünkü kredi piyasasının doymadığı, örneğin konut ve araç kredilerinin yeni başladığı görülmüştü. Acaba 1991 sonrası Doğu Avrupa’da olduğu gibi topyekûn satın almalar veya Latin Amerika’da kültürel etkinin de yardımıyla İspanyol sermayesinin bankacılıkta büyük paya sahip olması gibi tek taraflı bir yoğunlaşma olacak mıydı? O sıralar orta derecede oligopolcü bir yapıya sahip olan sektör nasıl bir piyasa yapısına doğru gidecekti?
Geleneksel olarak bankacılık sistemine neden ihtiyaç duyulduğunu açıklamaya çalışan iki temel çerçeve mevcut olageldi. İlk çerçeve işlem maliyetlerine dayalı; fakat aslında odak noktasını enformasyon asimetrileri oluşturuyor. İkincisi, bankacılığa endüstriyel organizasyon perspektifinden bakıyor: Rekabet özellikleri ve/veya piyasa yapısını öne çıkaran bir yaklaşım söz konusu. Burada vurgulayacağım endüstriyel organizasyon perspektifi bankacılık sektörünün çeşitli parametrelerini ampirik çalışmalarla ölçmeyi deneyen uygulamalı analiz literatüründe de zaman zaman kullanılıyor.
Bankacılık faaliyetini mevduat ve kredi üretimi olarak görebiliriz. Bankacılığın üretim teknolojisi, bir maliyet fonksiyonu tarafından temsil edilsin. Maliyet fonksiyonu hem mevduatları (D) hem de kredileri (L) yönlendirsin. Tam rekabet durumunda tüm bankalar fiyatları veri kabul ederler ve özdeştirler. Bankacılık sektörünün analitik bilançosu aşağıdaki gibi görünecektir. Burada R rezervleri gösteriyor.
Varlıklar Yükümlülükler
R D
L
Rezervler, nakit varlıklar ve para piyasası rezervleri –bankanın bankalar arası piyasasındaki net pozisyonu- olarak ikiye ayrılabilir. Bankalar fiyatları etkileyemediklerine göre mevcut piyasa faizlerini veri alırlar. Kredi faiz oranı, mevduat faiz oranı ve interbank faiz oranı verilidir. Bu basitleştirilmiş bilanço üzerinden gidilirse faiz oranlarını veri alan tam rekabetçi bir bankanın karı net krediler ve net interbank pozisyonu üzerinden elde ettiği (net) gelirlerin toplamından operasyonel giderleri çıkararak bulunur. Vergi ise maliyet fonksiyonunun içinde kabul edilebilir.
Rekabetçi dengede marjinal operasyon maliyeti faiz marjına –hem kredi hem de mevduatta- eşit olmalıdır. Kredi ve mevduat maliyetleri ayrılabiliyorsa çapraz etkiler sıfırdır. Kapsam ekonomileri (economies of scope) çapraz etkiler negatif işaretliyse mevcuttur. Yani kredi hacmindeki bir artış marjinal mevduat maliyetini azaltıyorsa kapsam ekonomilerinin varlığından bahsedebiliriz. Bu durumda banka kredi ve mevduat fonksiyonlarını tek bir birimde (şube) etkin olarak yerine getirebilir sayılıyor. Literatürde kapsam ekonomilerinin varlığı veya yokluğu bankacılık sektöründeki rekabetin niteliğini değiştirecek kadar önemli bir konu olarak görülüyor. Ayrıca, sektördeki banka sayısını ve kapsam ekonomilerinden yararlanan evrensel bankaların oranını da etkileyecektir. Kapsam ekonomileri, sektördeki yabancı sermaye oranını belirleyebilecek kadar önemli bir etken olabilir.
Bu modelin sorunu tam rekabeti varsaymasıdır. Daha gerçekçi bir model bir tür tekelci gücü de sisteme dâhil edebilmelidir. Monti-Klein tekelci banka modeli bu anlamda tam rekabetin tam tersi bir limit sunuyor. Ancak daha operasyonel olabilecek modeller oligopolcü veya monopollü rekabete dayalı bir bankacılık piyasası varsayan modellerdir. Bu ara modellerde rekabet arttıkça genel denge tam rekabete yakınsar. Ayrıca çift yanlı fiyat rekabetinde rekabet sadece mevduat piyasasında oluşur ve oyunun ilk aşamasında mevduattan aslan payını kapan banka tüm oyunu kazanmış olur. Tabii, bunun böyle olabilmesi için sonsuz elastikiyette bir fonlama kaynağının (para piyasası) var olmaması veya var olsa dahi, mevduatlara alternatif bir fonlama aracı olacak kadar derin olmaması gerekiyor. Bu teori parçası dönem dönem aşırı yoğun yaşanan mevduat toplama yarışını açıklamaya, kısmen de olsa, yarayabilir.
Aracılık marjları düşecekse, yani net faiz marjı daralacaksa, ya kapsam ekonomileri genişlemeli ya da faiz dışı gelirler artmalıdır. Ancak ücret ve komisyon gelirleri faiz gelirleriyle yakın bir pozitif korelasyon içindeyse –ki komisyon gelirleri/toplam bankacılık gelirleri oranı belli bir eşiği aştıktan sonra korelasyon artıyor- kapsam ekonomilerine ihtiyaç olacaktır. Çünkü bu durumda faiz gelirinden bağımsız hareket eden bir komisyon geliri kaleminden bahsedilemez. O zaman da kapsam ekonomilerinden yararlanabilecek nitelikteki bankalar sektöre hâkim olacaktır. Durum buysa 2005’in bir diğer sorusu şuydu: Gelen tüm yabancı bankalar aradıklarını bulabilecekler mi?
Bulamadıklarını biliyoruz ama bulanlar, hatta belki fazlasını bulanlar da var. Komisyon gelirlerinde artış olduysa da sonuçta o zamanlar düşünüldüğü gibi net faiz marjı öyle Avrupa bankalarına benzeyecek şekilde daralmadı. Zaten enflasyon da düşmedi; hatta çok yüksek seyrettiği dönemler oldu. On sene kadar önce dış kaynaklar kredileri mevduattan bağımsızlaştıracakmış gibi göründü ama pek de öyle değil. Yapının tümüne baktığımızda olaylar yavaş gelişiyor.