Bilgi ve bilge
2023 seçimini tarih nasıl yazar? Ön yüzdeki hikaye, yarıştaki oyuncularla ilgili gibi görünüyor. Adeta Fenerbahçe Galatasaray arasında geçen bir mücadele. Hakem düdüğü çaldığında çok sevinenler ve çok üzülenler arasında zaman zaman telafisi zor duygusal travma zaman zaman şiddet yaşanması gibi. Gelecek maçlara bakalım!...
Bu kadar mı?
Tarih başka bir şey eklemez mi? Detaylarla soslandırmaz mı? Mesela; çok okuyan, okuduğunu anlamayan, empati ile niyet okuma arasına sıkışmış, kendisine “entelektüel” etiketini yakıştıran ve kafasını sürdürülebilirlikle bozmasına karşın sürdüremeyen “mutsuzlar” ile fiilen okumasa da günü net okuyan, etikete ihtiyaç duymayan, nerede duracağıyla ilgili soru sormayan, günlük yaşadığı için bu dünyayı talan etme pahasına öbür dünyadan başka dünya tanımayan “mutluları” ve ilişkilerini ve geleceklerini yazar mı? Tarih bu, biz hikâyenin sonunu göremesek de kayıt tutacak, gelecek nesiller öyle böyle bizi öğrenecek.
Bilgi çağındayız...
Ben neden bilgi çağının aslında bir çöküş olduğunu düşünüyorum acaba? Bilginin evrimini, önemini, onu niye nesilden nesile aktarmak için çabaladığımızı, bilgi ile bilgelik arasındaki fark ile bağı düşündüğünüz oluyor mu sizin de? Ne zamandır, bilgiye ulaşmaya o kadar odaklanmışım ki, bilginin nesini bildiğimi nesini ıskaladığımı unutur olmuşum. Bilgelik mi dediniz… Bakın orada ihtiyaca binaen duruyorum. Bu seçimlere teşekkür borcum var. Zihnime iyi geldi.
Yıllar önce gazeteciliğe bir şans vermek isteyen yurt içi ve yurt dışı hukuk eğitimi almış parlak bir genç, ekibimde stajyer olarak çalışmaya başladı. Çok şanslı olduğumu düşündüm. Kitap kurdu, aydınlık, birden fazla dil biliyor, iyi bir aileden geliyordu. İK her dönem sorun olduğundan böyle aday bulmak mucizenin kendisiydi. Enteresandır, CV’sine bakıp şans vermemem gereken diğer gençler ne kadar iş bitiriciyse, kahramanımızın, verdiğim hiçbir konuyu noktalayamadığını gördüm. Oysa konuları ele alışı, yaptığı araştırmalar, onlarla ilgili anekdotları, konuşurken giriş gelişme sonuç, alıntıladığı yazarlar, okuduğu kitaplardan canlı tasvirler… tek kelimeyle lezzetliydi. Maalesef işin içinde kayboluyordu. Çok uğraştık birlikte… Gazetecilik istikrarsız meslek olduğundan, bir süre sonra yollarımız ayrıldı. Bugün ne yapar bilmem… Bugün, o günün parlak gencini anımsadım.
97 Zettabayt
Dünya üzerinde, toplam nüfusun en az yarısı kadar denebilecek, 4 milyar içerik/bilgi üreticisi bulunuyor. Her gün yaklaşık 200 milyar mesaj trafiği yaşanıyor… 1 dakikada 97 Zettabayt içerik üretiliyor. (hayal edemiyorum.) Bir dakikada Whatsapp’da en az 16 milyon text, Youtube’da en az 4.1 milyon video, Netflix’de en az 70 bin 17 saat tüketiliyor. Bir dakikaya sığan daha birçok veri var. Bu kadar içeriği okumaya da akılda tutmaya da imkan yok. İnsanoğlu bilgiden kırılıyor. (Kaynak DOMO)
Her şey bir tuşla tamam. Maksat bu bilgileri yorum analiz sentezde birleştirmekse, orada durun, tuş çalışmıyor. Eğer mesele, örneğin yol bulmaksa, harita okumamız gerekmiyor; derinlere dalmadıktan sonra dil öğrenmemize de gerek yok; lügat parçalamadıktan sonra kitap yalayıp yutmaya hiç gerek yok; her şeyi bilince anne babaya akıl sormak tarih, eğitimin şakülü kaymış ödev yapmak için ekstra gayret de gerekmiyor ChatGPT hallediyor, ezber yok istediğimizi anında buluyoruz, CV’ni de akademik tezini yazdırabiliyorsun, fiziki görüşmelerde avatarını kullanabilirsin…
Yapay Zeka 1-2-3-4 ve dahası geliyor. Teknoloji aklımızla oynarken zekamıza zeka katmadığı kesin, doğrudan sorayım, aptallaştırıyor mu?
Aptallaşıyor muyuz?
Yazar Simon Winchester’ın yeni kitabının adı “Bildiklerimi Bilmek”, çok yeni yayınlandı. Pazarlamak için söyleşiler veriyor, ben de böyle bir buluşmada tanıştım, bilgilerine kolayca ulaşabilirsiniz. Yazar, bilgi ve veriye nasıl ulaşıp, saklayıp ve aktardığımıza yoğunlaşıyor… Teknolojinin hayatlarımızı ve zihinlerimizi nasıl değiştirdiğine eğiliyor. “Bildiklerimi Bilmek”de ters köşe yapmış; “bu kadar bilgi aptallaştırıyor mu?” diye soruyor. Durmuyor; “Düşünmeye gerek var mı?” diye de soruyor. İtiraf edeyim, tarifleyemediğim bir durumun kategorisini, temasını ve etiketini koyduğu için Winchester’la buluşmaktan mutlu oldum. Seçime de Winchester’a teşekkürler.
Bildiklerinden hangisini biliyorsun?
Winchester, bu kitaptaki fikirlerini bir araya getirmek için eğitim, gazetecilik, ansiklopedi yazımı, müze küratörlüğü, fotoğrafçılık ve yayıncılık gibi disiplinleri incelemiş. Babil'in çivi yazılarından girmiş yapay zekanın dehasına uzanmış… Gutenberg, Google ve Wikipedia'dan Belçika'nın kuzeyinde muhafaza edilen, bilinen her şeyin koleksiyonu olan Mundaneum'un Viktorya dönemi koleksiyonuna kadar bilgi yayılımı sürecini incelemiş. Sonuç; “Bildiklerimizi Bilmek”, düşünce eksikliğine yol açıyorsa bilgi neye yarıyor?
Cehalete övgü değil
Bu bir durum tespiti! Ben konuyu da kitabı da “Seçim Made in Türkiye” ile ilişkilendirdim diye çalışma da yazar da çırak çıkmasın lütfen.
Bir sorgulamanın başlangıcı diye düşünebilirsiniz, şöyle ki; bilgiyi üretmeye ara verip okumaya ve anlamaya mı dönsek… Toplumu, durumu, dönemi okumamamızın nedeni bilginin çokluğu, niteliği ve üzerindeki tahribat olabilir mi?
Nesilden nesile bilgi aktarımı, müzede özenle sakladığımız kil tabletten buluta göçtü, ulaşmak çok kolay. İletişimin gücü tam burada, bilgi tekrar tekrar karşımıza çıkabiliyor. Bir okuduğunuzda o da ne; yaşananlar anımsadığınızdan farklı. Anımsadığınızı unutmak an meselesi. İletişimle başa çıkmak için bilginin içeriğine hakim olmak mı gerekir?
Türkiye Laboratuvar
Türkiye, bu kitabı toparlarken Winchester için cazip bir laboratuvarda olmaz mıydı… adeta cennette sanabilirdi kendisini. Bilginin doğduğu topraklarda, bilgi üretiminin hızı onu şok edebilirdi. İlkokul eğitiminden hallice yığınların ekonominin dehlizlerinde dolaşıp, tıptan hukuka iddialı söylemler ürettiğini görüp şaşırabilirdi. 85 milyonun yarısını temsil eden okumuş, hatta çok okuyup kafasını bilgilerle tıka basa doldurmuş kitlenin “Bildiklerini Bilip Bilmediğini” sorguladığını görebilirdi.
Seçim sonuçlarına bakarak; bir sonraki kitabı için şu soruyu sorabilirdi; “Bilgelik olmadan bilgi bir işe yarar mı?” İsabetli karar verdikleri tescillenenlere bakarak; “Beyni bilgiden yorgun düşmemiş kitle nasıl bilge olabiliyor?” diye merak ederek finalde; “Bilgiyle buluşsa da bilgelikten geçmemiş dünya nasıl bir yer olacak?” diye sorması gerekmez miydi…
Sil baştan mı?
"Tek gerçek bilgelik, hiçbir şey bilmediğini bilmektir" diyerek öz farkındalığın önemini ve kişinin bilgisinin sınırlarını tanımasıyla gelen alçakgönüllülüğü vurgulayan Sokrates’ten… Bilginin doğasını ve bilgeliğin insan davranışına ve karar verme sürecine rehberlik etmedeki rolünü araştırmış olan Platon’dan… Teorik bilgi ile pratik bilgelik arasında ayrım yapmış Aristoteles’den… "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyerek bilgi edinme ve inanç oluşturmada bireysel bilinç ve rasyonalitenin rolünü vurgulayan Descartes’den başlasak mı yeniden?