Bilgi ne kadar çeşitliyse kurduğunuz yapı o kadar renkli ve uyumlu oluyor
DARÜŞŞAFAKALI… Bu köklü kurumun geleneğinde olduğu şekliyle şaşırtıcı derecede geniş bir ilişki ağına sahip. Her kesimden, her meslekten tanıdıklarıyla sıklıkla haberleşiyor, beraber oluyor, müstesna cafelerde buluşuyor. Belki de birbirimizi tanıma gayretlerimizin bir sonucu olarak bir konu odağından ziyade, geniş alanlara yayılan sohbetlerimizde, çok sayıda Darüşşafakalı kardeşin veya ağabeyin adını hep sayıyor, anıyor.
Ankara doğumlu. Balıkesir Gönen’de geçen çocukluğunun ardından ortaöğrenim için geldiği İstanbul’un iyi bir gezgini olmuş aynı zamanda. Uzun yıllar profesyonel yaşamın içinde kalmasını da sayarsak, üniversite dönemlerinden itibaren üretken bir ferdi olduğu yazın dünyasında çok kaynaktan beslendiğini rahatlıkla ifade edebiliriz Melih Esen Cengiz’in.
İlk kitabı “Bir Osmanlı Yazı” 2012 yılında Altın Kitaplar Yayınevi tarafından yayınlandı. Bu romanını yine aynı yayınevinden çıkan “Marlene’in Yetimi” (2013), “Terk Edilmiş Manalar Cenneti” (2014), “Kudüs’ün Güvercinleri” (2016), “Paylaşılamayan Cinayet” (2018), “Bir Kadın Bir Cinayet” (2021), “Tiraje” (2022) ve son olarak da “Ayasofya’da Bir Çığlık” (2024) romanı izledi. Kuşetlide Altı Kişi, Bardaki Dante, Amorti Sevgilim, Şili Beni Bekliyor adlı tiyatro oyunları da bulunuyor.
Eklememde yarar var Melih Esen Cengiz’in külliyatında, kuruluşuna önderlik yaptığı 1907 Fenerbahçe Derneği’nin de katkılarıyla hazırladığı 2009 yılında Fenerbahçe’nin ilk yüzyılını anlatan “Asr-ı Fener” (2009) eseri de yer alıyor. Hepi topu 10 yılı aşkın bir dönemde ortaya konan sizce de şaşırtıcı bir üretkenlik süreci değil mi? Yazılarının okurlarıyla daha fazla buluşmasını arzu ettiğim spor tarihi üzerine merakı ve titiz çalışmaları olan Melih Esen Cengiz, son kitabına ilişkin şu değerlendirmeleri yapıyor:
Yeni kitabınız hakkında, “1943 Yılı kışında mütevazi yaşamlarını sürdüren İstanbullular. Ve sakin, sıradan günlerini aniden bölen Ayasofya’dan yükselen çığlıklar! Ne geçmişin yazgıları belli oyuncuları ne de 1943 yılında dünyayı şekillendirmeye çalışan duygu ve dua yoksunları İstanbulluları rahat bırakıyor. Geçmişi ve dünyanın üstüne çökmüş o karanlık 1943 Şubatını bir gizem, bir bulmaca ve bir polisiye gibi kurgulasam da aslında kitabım her sayfasıyla bir dizi insanın dramlarını sergiliyor; Talat Paşadan bir Komisere ve bir Karay Türküne kadar… Ayasofya’daBir Çığlık cennet ve cehennemin kapılarının aynı anda İstanbul’da açıldığı bir dramlar manzumesi bence…” yorumunda bulundunuz. Hep bir tarihi dokunun içine hikâyelerinizi ve karakterleri sıkıştırıyorsunuz. Niye tarihi bir arka planı seçiyorsunuz?
TARİHİ dokular ama hep Türklerin tarihte yaşadıkları dönemlere ait dokular. Yani etkilendiğim bazen benim de bir parçası olduğum dokular. Bundan daha büyük kolaylık olur mu bir kurgucu için. Hemen elinizde hazır bir malzeme oluyor, size yaratıcılığınız için daha çok zaman ve alan veriyor. Belki de bir çeşit kolayına kaçmak. Bu romanım polisiye ve gizem çalışması. Yani polisiyede tarih. Tarihte polisiye değil. 1943 büyüklerimin gençlik, olgunlaşma yılları. Ben o yılları onlardan dinlediğim için o dokuyu bir gizem öyküsüne zemin olarak büyük bir hevesle kullandım.
Yalnızca İstanbul'un değil, dünya tarihinin en saygın yapılarından biri olan Ayasofya ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyim?
AYASOFYA Camisi dünya tarihinde bir inanç yerleşkesi olarak hakkıyla çok önemli bir yere sahiptir asırlardır. 1453’e kadar Bizans’ın sonra da Türklerin inanç yerleşkesi olmuştur. İnanç yerleşkesi diyorum sadece bir cami değil sıbyan mektebi, şadırvanı, şehzade ve sultan türbeleri, hünkâr kasrı, hünkâr mahfili, sebili ile tam bir yerleşke olmuştur. Bu fetihten sonra nasıl doğu Romalılar Ayasofya’yı sadece ibadet yeri değil, dini eğitimler ve siyasi toplantıları için tasarlamışsa, Türkler de Müslümanlığa koşut gerekli değişiklik ve düzenlemeleri yapmışlardır. Ama bütün bunların ötesinde Ayasofya mimari bakımdan insan emeğinin en görkemli ürünlerinden bir tanesidir. Ayasofya 6. yüzyıldan beri tarihte hep tılsımlı bir sahne olmuştur. Ayasofya imparatoriçe Teodora’dır, Ayasofya Fatih Sultan Mehmet’tir. Ayasofya tarihin kendisidir.
Ayasofya’da Bir Çığlık, İkinci Dünya Savaşı ve Ayasofya etrafında bir hikâye, niçin Ayasofya'yı mekân olarak seçtiniz?
AT meydanı, Hürriyet meydanı, Taksim, Dolmabahçe Türk tarihinde önemli yer tutan yerler. Ayasofya da öyle. Yazara, onun kurgusuna önemli kaynaklar sağlıyor. 20. yüzyıl ile geçmiş zamanları bağlamak çok ilginç olabiliyor. Bu yüzyıldan bir anda 15. asra inebiliyorsunuz Ayasofya’nın gölgesinde. Mermerleşmiş Kral örneğinde olduğu gibi. Zamanda sıçramalar değil ama Ayasofya size değişik zamanların yansımalarıyla baş başa bırakabiliyor.
Kitap, cennet ve cehennemin kapılarının aynı anda İstanbul’da açıldığı bir dramlar manzumesi bence, diyorsunuz biraz açar mısınız?
BİR yanda saflık, temizlik var. Kişisel çıkar gözetmeden, büyüleyici hayallerle, karabasanlarla yaşamlarını donatmış yüreklerinde kötülük barındırmayan İstanbul insanları. Diğer yandan ihtirasın, hırsın, çıkarcılığın tüm hayallerini ve ilişkilerini şekillendirdiği kötü ruhlar. Diğer insanların gözyaşlarına, gelecekte onları bekleyecek trajedilerine burun kıvıran, onları yetkin bir gözbağcı ustalığıyla kandıran kötülüklerin içinde kendilerine cennet yaratmaya çalışan bir çeşit şeytana kendini teslim etmiş insan örnekler. Saf olanlar cennetin kapılarına ulaşmak için çıkarları uğruna sürdürmüyorlar yaşamlarını ama asıl cennet onlara çok yakın, onlar bilmese de. Kötü ruhlar ise bir cennet hayaliyle kendilerine düşen rolleri oynuyorlar, cennet sandıkları kapının cehennem kapısı olduğunu bilmeden. Simon gibi.
Eserinizde üç semavi din elem ve korkuda birleşmeye zorlanıyor, üzüntüler, hayal kırıklıkları ve sevinçler birlikte yaşanıyor... Kitaptaki sırların örtüsünü biraz açar mısınız?
KİTAPTA üç farklı dindeki insanların kayıpları ve elemlerini siz de içinizde duyuyorsunuz, hangi dinden olursanız olun. Aslında okurların merak ettiği anlamda sırlar yok ama bugüne değin az bilinen ya da hemen hiç bilinmeyen gerçek yaşanmış olaylar var tarihte yer alan. Bunlar sır değil ama bir sır kadar cezbediyor bilgi ve kurguya susayan okurları. Özellikle Papa Lefter olayı.
Birden fazla dinler üzerine yazılı bir yapıt elimizdeki. İstanbul'u çok iyi bilen bir yazar olarak, ilham kaynaklarınız arasında bu kenti de saymak mümkün müdür?
İSTANBUL en büyük kaynağım. Burası sonsuz hayaller ülkesi. Ne tarihe ne dogmalara ne coğrafyaya sığan. İstanbullunun her şeyi. Doğal olarak da hayallerini kâğıda, tuvale, çamura ve notalara işleyenlerin pınarı. Ve de köprü altı çocuklarının. Biliyorsunuz sosyoloji çalışmalarında ‘yer’, ‘hafıza’ ve ‘kimlik’ sanıyorum en önemli üçlüdür. Bu can alıcı üçlüyü dünyada kendisinde en iyi şekilde toplamış belki de birinci kenttir İstanbul. Bu bağlamda İstanbul’u güzelleştirirken, İstanbul ‘hafıza’sını ve İstanbullu ‘kimliğini’ de önce benimsesek sonra da muhafaza edip zenginleştirsek ve böylece ‘yer’e gerçek anlamıyla sahip çıksak. Dünya kültürüne büyük bir armağan vermiş olurduk.
Ayasofya’da Bir Çığlık bir polisiye, bir gizem kitabı. Sanırım üçüncü polisiye tarzı kitabınız?
EVET, daha önce “Paylaşılamayan Cinayet” ve “Bir Kadın Bir Cinayet” romanlarım yayınlanmıştı.
Sizin polisiye romanlarınız diğer polisiye yazarlarının ürünlerine göre farklılıklar içeriyor.
POLİSİYE romanlarında genel olarak bir kahraman polis, dedektif vardır. Zekidir, yakışıklıdır, iyi dövüşür, kadınlar ona hayrandır, tuttuğunu koparır. Cin gibidir, sonunda suçluyu bulur, olayı aydınlatır. Benim romanlarım ise antikahramanların öykülerini işler. Mütevazı, ailesine düşkün, zeki ama sıra dışı zekâya sahip olmayan bir insandır. Gerçeği bulmaya çalışır. Sonunda da gerçek çözüme yaklaşır. Yaklaşır diyorum ama. Uzanan ellerinin-düşüncelerinin- ne kadar çözüme değdiğini siz de benim gibi dışarıdan izlersiniz. Yani gerçeği ve yanılsamaları. Sonunda sadece ama sadece okur gerçeği yakalar, kahramanımız genellikle göreceli doğrular ile yetinirken.
Çapraz yönlü üretim
"AYNI anda birçok disiplinle tanıştım, okudum, iç içe bir yaşamım oldu. İktisat, işletme, tarih, spor, sinema ve edebiyat. Hala da bir şekilde bağlantılarım devam ediyor yaşamımda. Üretirken hepsinden faydalanıyorum. Örneğin tarihte bir spor karşılaşması, sporcuların fedakarlıkları sevinç ve üzüntüleri çalışma masamı zenginleştirebiliyor. Ya da çocukluğumun ve gençliğimin filmlerindeki sahneler hala bana aynı heyecanı ve benzer karakterleri duymamı, tekrar düşlerimde yaşatmamı ve işlememi sağlayabiliyor. Aslında bilgi ne kadar çeşitliyse kurduğunuz yapı o kadar renkli ve uyumlu oluyor."
Beslenme çantası
"ÖNCE iç dünyam beslenme kaynağımdır.. Bunca yıllık yaşamımda bende toplanan duygu ve bilgiler. Sonra da çatacağım kurguya göre araştırmalarım. Tarih ve toplumsal olaylar ön planda. Daha içsel yaklaşımlar bana uzak kalıyor. Seçimim öyle. Psikolojik analizler ve ruhtaki çelişki ve çatışmalar çalışmalarımda az yer tutar. Ben daha çok gerçeğin değişik yansımalarını, farklı açılardan insanlar üzerindeki etkilerini sergilemeye çalışıyorum. Özellikle romanlarımda gerçeğin tek bir resmini yapmamaya gayret ediyorum. Göreceli doğrularla birlikte mutlak gerçek diyelim. Beceriyor muyum bilemem.
Hedefte ne var?
"YİNE roman. Ve son yıllarda yoğunlaştığım tiyatroda oyunlarımı zenginleştirmek, albenilerini daha doğrusu derinliklerini artırmak. Tiyatro oyunu yazımına devam ve bazı eserlerimin senaryo çalışmaları. Tabii ki bütün yapıtlarımın beyaz perdede kendine yer bulmasını sağlayabilmek. Nihai amacım diyelim ve de düşlerim."