Bildiklerim

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Bildiğimiz kadarıyla “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” lafı Filozof Sokrat tarafından söylenmiş. Nereden mi biliyoruz? Platon veya Türkçede Eflatun olarak bilinen bir başka filozof Sokrates’in Savunması kitabında yazmış. Yani biz Eflatun’un yalancısıyız. Milattan önce 399 yılında Sokrat’a düşüncelerinden dolayı açılan davada iki seçenek verilmiş. Ya sürgüne gidecek ve felsefesinden vaz geçecek ya da baldıran zehiri içerek intihar edecek.

Filozof bu şıklardan intiharı seçmiş. O tarihten bu yana kaç kişi düşüncemden vazgeçmem diye öldü bilmem ama oldukça fazladır. Bu ünlü filozofun tevazu konusunda mesel olarak gösterilen sözleri zaman içinde etkisini kaybetmiş ki, özellikle tevazu felsefesi karaborsaya düştü. 1980’li yıllarda yaptığım bir Beyrut seyahatimde tanıştığım Ortadoğu'nun en büyük deniz mahsulleri ithalat-ihracat firmasının genel müdürü ilk tanıştığımızdaki sohbetimizde bana “Dünya’nın daha az mühendise daha çok filozofa ihtiyacı var yoksa geleceğimiz karanlık” demişti.

Ne demek istediğini o zamanlar tam anlamamıştım. Kendilerinden önceki medeniyetlerin birikimlerini saklayan ve ileriye taşıyan Yunanlılar felsefenin tanımını da vermişlerdi. Onlara göre felsefe düşünce sanatıydı "bilgelik sevgisi" ve "hikmet arayışı" anlamına gelirdi. Hikmeti aramak "ilim ve akılla gerçeği aramak" anlamına gelirken bilgelik sevgisi “insanın, bilgiyi iyi, doğru ve güzele yönelik olarak, yaşam için kullanmasını bilmesinin” sevgisi anlamına gelmekteydi. Türkçesi felsefe ilim ve akıl kullanarak gerçeği öğrenmek ve bunu yaşam için doğru kullanmak düşüncesi demekti. Şimdi bir kısmınız “Hoca yaşlandı gari. Ya demans başladı ya da yazacak bir şey bulamamış felsefe satıyor” diyebilirsiniz. Yaşlandığım doğru. Keşke felsefe satması ve alması kolay bir nesne olaydı. Demans başladığı dedikodusu beni kıskananların bir komplosudur. Yazacak bir şey bulamadığım ithamı ise kökü dışardan bir tezgâhtır ve tamamen yanlıştır. Yazacak o kadar çok şey var ki, inanın seçmeye ve incelemeye vakit kalmıyor.

Gün geçmiyor ki işleri teşkilatları yönetmek olan ve sermayeye karşı sorumluluk taşıyan işletmecilere “hoppala” dedirtecek bir gelişme, bir tavsiye, bir çalkalanma olmasın. Bunları bilgelik ve hikmetle yani ilim ve akıl kullanarak gerçeğe dayalı olanlarını öğrenmek ve bunu yaşam için doğru kullanmak ve kullandırmak çabalarım zaman zaman becerilecek bir emel gibi gözükmüyor. Herkes her şeyi herkesten daha iyi biliyor. Sadece bilse iyi “Oturalım bir tartışalım” demek yerine rahmetli dedemin tabiriyle “İnadım inat öttürdüğüm düdük” veya rahmetli annemin her ukalalık edişilinde kullandığı daha amiyane deyişiyle “Aklı ermiyor …. sakız çiğniyor” misali konuşuyor, yazıyor.

Bilgelik ve hikmet siyasi propaganda, kişisel çıkar ve düze aptallığa feda ediliyor. Adının önünde profesör filan gibi unvanlar bulunan kişiler öyle laflar ediyorlar öyle tavsiyelerde bulunuyorlar ki bunları haşyet 1 ile okuyor duyuyoruz. Ben kibar biri olduğum için haşyet dedim yoksa argoda daha kısa birçok terim var. Ülkemizde olup bitenlerin ışığında kim haklı kim haksız araştırmadan bilgelik ve hikmet adına bugün sizlerle bildiklerimi paylaşacağım. Bu bildiklerime göre de yazının sonunda bir değerlendirme yapacağım. Bildiklerimi sizlerle daha öncede paylaşmıştım. Umarım hatırlıyorsunuzdur. Çok şeyi bilmiyor olabilirim ama konuda benim bildiğimi bildiğim şeyler şunlar: İşletmeler işe yatırılan sermayenin o sermayenin en yakın alternatif kullanım alanında edineceği getiriden daha fazla getiri sağlaması için vardırlar. Kâr amacı güden işletmeler bu açıdan yasa ve insaf sınırları içinde kalmak şartıyla sermayeye karşı sorumludurlar.(1)

Haşyet korku demek olup insanın Allah katındaki durumu hakkında hissettiği korku ve endişeyi ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir. İşletmeciler de bu sorumluluğu kişisel olarak yüklenen kişilerdir. En azından benim bahsettiğim işletmeler bu tür örgütlerdir(2).

Bu tanıma göre işletmeler bir servis veya ürünü üretip o hizmet veya ürüne ihtiyacı olan ve/veya talep eden ve alım gücüne sahip ‘pazarlara’ pazarlayarak(3) işe hasrettikleri sermaye yani mali, insan gücü, tesisler ve altyapı, ilişkiler ve stratejik işbirlikleri ve enformasyon ve know-how kaynaklarının başka bir uğraştan (NBA-next best alternative) getireceğinden daha fazla getiri sağlaması için kurulan örgütlerdir. Bu işletmelerin normatif yani standart veya örnek niteliğinde olacak olan tanımıdır. Tabii bir de realite var. İşletmelerin sırf bu şekilde para kazandıklarını iddia edecek kadar ‘akademik’ veya ‘saf’ değilim. İşletmeler üretim ve pazarlama dışında veya onların yerine kaynaklarını kullanarak veya vasıtasıyla da para kazanırlar. Bu konuyu 2013 yılında yazdığım yazılarla köşemde detaylı bir şekilde incelemiştim(4) .

Günümüz koşulları düşünülerek tekrar okumanızı öneririm. İşletmelere zaman zaman açılan bu para kazanma yolları arasında orta ve uzun vadede ülke ekonomisine en faydasızı hatta zararlısı finans kaynaklarının yani paranın para kazanmasıdır. Bu konuya ilişkin yazılarımda şunları demişim: “Paranın para kazanması demek şirketin asal işi olan ürün/hizmet üretip kazanacağı paradan çok cirosunu işleterek para kazanabilmesi demektir. ...bir aralar Türkiye'de ithalat veya ihracat permisi satarak para kazananlar vardı…”

Daha karmaşık ama aynı kategoride sayılması gereken örnekler vermiştim: “Tanzanya'nın büyük ve zengin şirketlerinden biri fıstık ihracatı, beyaz eşya ithalatı ve bankerlikten oluşan bir iş sahasındaydı. Fıstığı çok düşük bir karla Hindistan'a ihraç ediyor, bu parayla İngiltere'den ithal ettiği beyaz eşyayı iç pazarda zararına satıyor ve oradan elde ettiği parayı yerel işletmelere döviz kredisi olarak veriyordu. Fıstık işi çok az kârlı, beyaz eşya işi zarardaydı…fıstık dövizi getiriyor, dövizin bir kısmı yerel paraya çevrilip fıstık alımına diğer kısmı ise bankerlik kurumuna fahiş faizlerle satılmak üzere veriliyordu.

Bu işletmenin yıllardır işini daha iyi yapabilmek, katma değeri artırmak falan gibi konularda tek kuruş masraf etmediğini anlatmama gerek var mı bilmiyorum. Ülkemizde de paranın para kazandığı bir döneme girdiğimizi düşünüyorum. Bunun şirketlerin rekabet gücüne, özellikle uluslararası rekabet gücüne olumsuz etkilerini anlatmaya gerek yok. Daha önce tartışmıştım. Para para kazanırsa ne parayı işletmelere yatırmaya gerek kalır ne de bu akıllı bir davranış olur. Parayla para kazanmak için yaratıcılık, girişimcilik, mücadele gerekmez. Ekonomik politikaların kolay para kazanmayı zor, zor para kazanmayı kolay hale getirmek olduğunu kaç kere yazdım unuttum. Ama bu tavsiye uzun vadeyi umursayanlar içindir.

Sağlıcakla kalın

------------

(1) Haşyet korku demek olup insanın Allah katındaki durumu hakkında hissettiği korku ve endişeyi ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir.

(2) Bu tanımın haricinde kalan veya öyle gözüken ve genellikle kar amacı gütmeyen olarak adlandırılan örgütlerin de nasıl bu tanım kapsamına girdiklerini açıklayan bakış açısı değişikliklerinden daha önceki yazılarımda bahsetmiştim bu konuya tekrar girmeyeceğim.

(3) 4 Eylül 2013 Para kazanmanın anatomisi 8: Üretim; 11 Eylül 2013 Para kazanmanın anatomisi 9: Pazarlama, Dünya Gazetesi; İşletmecilik Sohbetleri

(4) 4 10 Temmuz 2013 İşletmelerde para kazanmanın anatomisi 1; 17 Temmuz 2013 Para kazanmanın anatomisi 2: Yönetim, 24 Temmuz 2013 Para kazanmanın anatomisi 2; 31 Temmuz 2013 Para kazanmanın anatomisi 3: İşgücü;7 Ağustos 2013 Para kazanmanın anatomisi 3.1: İşgücü; 14 Ağustos 2013 Para kazanmanın anatomisi 4: Fiziki tesis ve altyapı; 21 Ağustos 2013 Para kazanmanın anatomisi 5: Enformasyon ve know-how; 28 Ağustos 2013 Para kazanmanın anatomisi 6: Stratejik işbirlikleri ve ilişkiler

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
İzahat 11 Ekim 2023
Rekabet 04 Ekim 2023
Özür ve devam 27 Eylül 2023
Benchmarking 30 Ağustos 2023
Bencmarking 23 Ağustos 2023
Kontrol 16 Ağustos 2023
Denetim 09 Ağustos 2023
Tırışkadan işler 02 Ağustos 2023