Benim Yalvaç’ım(*)
Yalvaç Ural’ı önce yazar olarak tanıdım… 70’li yıllarda yetişkin şiirlerine dergilerde rastlıyordum. 1978 yılında Dünya Gazetesi’nin kültür sanat sayfası için Selim İleri’ye yardım ettiğim günlerde Sincap adlı kitabı yeni çıkmış, bunu 1979’da Bir Gök Dolusu Güvercin izlemişti. Arkasından Müzik Satan Çocuklar ve Kulağımdaki Küçük Çan gelecekti.
O günlerden bugüne neredeyse yarım asırdır yazdıklarını okumaya devam ediyorum. Kendisiyle yüz yüze tanışmamız ise 40 yılı aşmıştır herhalde. Çok sık görüşemesek de kendimi yakın hissettiğim insanlardan biri Yalvaç Ural. Onun da benim hakkımda benzer duygulara sahip olduğunu düşünüyorum…
13 yıl boyunca 200 usta için sürdürdüğüm “Ustalara Saygı” etkinliklerinde hazırladığım “Yalvaç Ural’a Saygı” gecesi (18 Aralık 2017) en özel toplantılardan biri olacaktı. “Çocukların Şövalyesi’ne Saygı Gecesi” ismiyle gerçekleştirdiğim geceye Altan Öymen, Ataol Behramoğlu (video), Ayda Aksel, Betül Arım, Edit Tasnadi (video), Haydar Ergülen, Mine Kırıkkanat (video), Müjdat Gezen (video), Salih Kalyon, Sedat Sever (video), Tuncay Özkan (video), Yekta Kopan ve Yeşim Kopan’ın aralarında bulunduğu dostları konuşmacı olarak katılmışlardı.
Bir dönem kendisi de müzikle uğraşan ve enstrüman çalan Yalvaç Ural’ın saygı gecesinde Albert ve Tracy, Banu Kanıbelli, Deniz Özerman, Dinç ve Sibel ile Leon Baruh, Mehmet Cem Mizanoğlu ve Tayfun Türkalp’in bulunduğu müzik dostları, şarkı ve enstrümanlarıyla yer almışlardı. Tıklım tıklım salondaki seyircilerin yüz ifadelerinden gecenin hiç bitmemesini istediklerini fark etmiştim.
Şiirden öyküye, romandan bilmecelere, görsel okuma kitaplarından denemelere kadar birçok alanda geniş bir kitap yelpazesine sahip Yalvaç Ural. Bunlara köşe yazılarını ve dergilerde olanları da ekleyebiliriz. Çünkü Yalvaç Ural durmaksızın üretiyor, üretiyor… 50 yılda bugüne kadar 43’ü yurtdışında ayrı dillerde yayınlanmış 100 kitap, 51 dergi (4’ü mizah, 1’i müzik, 1’i Braille alfabesi ile Körebe) başka türlü nasıl ortaya çıkabilir ki?!
Yalvaç Ural’a Saygı toplantısının ardından 7 yıl geçti ve ben, onunla bir kez daha çalışma şansı yakaladım. Kendimi çok yakın hissettiğim örneğin Ara Güler’e Ara, Atilla Dorsay’a Atilla diye seslendiğim gibi ona da Yalvaç diyordum.
Tüyap Kitap Fuarı Onur Yazarı seçilmişti Yalvaç ve şimdi elinizde tuttuğunuz kitabı hazırlayacaktım. Çalışma mekânı olarak Zekeriyaköy’deki evlerini seçmiştik. Hacıosman’da metrodan iniyor, beni karşılayan Yalvaç’ın kendi hazırladığı sevdiği müzikler eşliğinde sohbet ede ede evlerine gidiyorduk. Tabii bu yolculukta da çalışırken de Yalvaç’ın fıkraları soluklandıran keyifli molalar yaşatıyordu. Önceleri verandada başlayan çalışmalarımızın temposu giderek artacak, havaların da serinlemesiyle eve geçince neredeyse her gün buluşmaya başlayacaktık. En az 6-7 saat soluksuz hazırlayacağımız kitapla yaşıyorduk.
Yalvaç, binlerce resim, on binlerce evraktan oluşan arşivini altı aydır her gün tarıyor, her buluşmamızda yeni belgeler veriyordu. Neyse ki hem geçmişi hem bugünü bu arada kitap için yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı da mükemmel anımsıyordu…
Çok geniş bir çevresi vardı; akrabalar, yakın dostlar, Kabataş Lisesi, yazarlar, medya çalışanları, müzik yorumcuları, yayıncılar, grafikler… Saymaya devam etsem kocaman bir paragrafı dolduracak kadar geniş bir isim listesi söz konusuydu; çünkü Yalvaç, insanın yaşamın içinde yer aldığı ölçüde gelişebileceğine inanıyordu.
Tüyap İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarları kitaplarını hazırlarken dikkat ettiğim özelliklerden birisi, her kitabı yazarına uygun bir biçimde oluşturmak. Yalvaç’ın kitabı, onun bir gökkuşağı denli renkli kişiliğine uygun bir biçimde fotoğraflardan oluşmalıydı. Arşivinden yaptığı arkeoloji kazıları böylelikle daha da artarak son ânâ kadar devam etti ve 600’ün üzerinde görsel malzemesi olan bu kitap ortaya çıktı. Yaşadıklarından, öğrendiklerinden, deneyimlerinden, anılarından, çevresinden beslenerek yazan bir yazar için ipuçları taşıyan geniş oylumlu bir çalışma… Ne diyordu Yalvaç “Ben, hiç ham düşlerden kitap oluşturmadım.” Bu kitabın da ayakları, belgelerle yere basıyordu.
Çalışma odası ve yazı masası ile ilgili kendisiyle yaptığım söyleşiyi ilerleyen sayfalarda okuyacaksınız. Kitap için işte bu sözünü ettiğim mekândan, ara kattaki çalışma odasından aşağıya, terasa her gün çalışacağımız malzemeler kolilerle iniyordu. Daha doğrusu eve geldiğimizde hazır buluyordum. Yalvaç, uzun bir gece çalışması sonucu sabah erkenden tasnif edip hazırlamıştı; ben, ancak tekrar içeriye alırken el atabiliyordum. Her yönden emek yoğun bir gayret içindeydik.
Eşi, ressam Filiz Ural’ın hazırladığı muhteşem lezzetli öğlen sofraları ve hoş sohbeti çalışmamızı daha keyifli hale getirdi. Uzun yıllardır yardımcıları olan Sülbiye Hanım’ın pişirdiği yemek sonrası sade kahvelerimiz, Filiz Hanım’ın akşamüzerleri demlediği yanında eşlikçi tatlı ve tuzlu kurabiyelerle çaylarımız da hiç eksik olmadı. Çaylarımızı yudumlarken biraz soluklanıyor, durum değerlendirmesi yaparak bir sonraki günün planını oluşturuyorduk.
Sıcak saatlerdeki zorlu çalışma günleri yaşadığımız yaz mevsimi, benim için de Yalvaç için de uzun sürmedi! Üretmek, zamanın çarklarını daha hızla çeviriyor olmalı ki çabucak (!) geçti. Yalvaç’ı bu süreçte çok daha yakından tanıdım. “Benim Yalvaç’ım”ım yeri yüreğimde daha da derinleşti. Şimdi, ikimiz de çok üzgünüz (!) kitap bittiği için. Yeni bir proje oluşturmalıyız; bu harika ikili dağılmamalı…
x2-10 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek Tüyap Kitap Fuarı için hazırladığım Dünya Çocuk Edebiyatının Şövalyesi Yalvaç Ural kitabına yazdığım Giriş yazısı…