Beni korkutan 'iş insanı alışkanlıkları'...
Ülkemizin önemli sanayi merkezlerinden biri… Salonu dolduranların çoğunluğu iş insanı. Çok uluslu şirket temsilcileri de var, küçük ve orta ölçek iş yerlerinin sahip-yöneticileri de. Konu, ‘Dünya ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeler, 2019’dan bakarak 2020 beklentileri’. Konuşmacı yurt içi ve yurt dışı deneyimleri kadar televizyon yorumculuğu da olan popüler biri. Özenle notlar alıyorum: Ekonomik büyüme üzerinde ayrıntılı duruluyor. Enflasyon enine-boyuna sorgulanıyor. İstihdam konusunun dünya ve Türkiye bağlamı değerlendiriliyor. Döviz, faiz ve borsa hareketleri gibi piyasa üst göstergeleri tek tek irdeleniyor. Cari açık ve bütçe açığı tartışılıyor. Borçlanma eğilimleri, iç ve dış borçlar, kamu ve özel kesim borçlarındaki gelişme üzerinde duruluyor. Ticaret savaşlarına değiniliyor. Koronavirüsün ekonomiye olumlu ya da olumsuz etkilerinin ne olabileceği sorgulanıyor. Dışa dönük okumalar kapsamlı biçimde yapılıyor. Bütün bunlara hiç itirazımız yok. Dünya genelindeki eğilimleri ve konjonktür etkilerini tartışmak başlı başına önemli. Makro ölçekteki dengelerin ‘teşvik edici’ ya da ‘caydırıcı’ etkilerini analiz etmeden sağlıklı bir karar veremeyiz.
Daron Acemoğlu, son 12 yılda toplam kaynak kullanımında ‘verimin’ hiç artmadığını haykırıyor. Kısmı ve toplam verimliliklerin artmamasının ardındaki yapısal ve ekonomik özelliklerini sorgulamak gerekiyor. OECD’den Rauf Gönenç’in değerlendirmesini anımsatıyorum: Türkiye’de şirketler, orta gelirli OECD Ülkelerine göre çok heterojen yapıda. Büyük şirketlerin iş gücü verimlilikleri OECD standartlarına nispeten yakın. 250’den daha fazla iş gücü çalıştıran imalat şirketlerimizin iş gücü verimliliği aynı ölçekteki Alman şirketlerinin yüzde 70’i düzeyinde. Bu oran orta ölçek şirketlerde yüzde 57 düzeyinde, 20 kişiden az iş gücü çalıştıran şirketlerde yüzde 20, yanı benzeri Alman şirketlerinin 5’te biri kadar. Ülkemizde yaygın olan mikro şirketler yani 10 kişiden daha az iş gücü çalıştıranlarda ise verimlilikler daha düşük.
BBC’nin bir analizinden ülkemizdeki medyaya da düşen bir başka örnek paylaşıyorum: Hollanda’nın 17 milyon nüfuslu, 41 bin 543 kilometre alana sahip küçük bir ülke olduğunu anımsatıyorum. Hep karşılaştırırız ya, Konya’nın 38 bin 873 kilometre karesinde Karaman’ın 8 bin 678 kilometre karelik topraklarını ekleyince Hollanda’dan daha büyük bir toprak parçası olduğunu söylüyorum. Sonra, Hollanda’nın 2019 yılı tarım ve hayvancılık ihracat rakamlarını sunuyorum: Toplamda 104 milyar 800 milyon ABD doları tarım ve hayvancılık ürünleri ihracatı var. Çiçek soğanı ve süs bitkileri ihracatı 10 milyar 500 milyon dolar. Et ve et ürünleri 9 milyar 700 milyon dolar. Süt ürünleri ve yumurta 9 milyar 500 milyon dolar. Sebze ihracatı 8 milyar 100 milyon dolar. Meyve 6 milyar 400 milyon dolar. Salonda yaş ortalamasının 50’nin üzerinde olduğunu düşündüm. Piyasa üst göstergeleriyle ilgili çok soru geldi; sadece iki soruyla, ‘Hayatta eli boş dönülmeyen tek yolculuk içimize yaptığımız yolculuktur’ gerçekliğiyle yüzleşme özgüveni vardı… Beni bu ‘alışkanlık afyonunun uyuşturucu etkisi’ çok korkutuyor. Elmanın yarısını biliyormuş gibi yaparken, diğer yarısını ilgi menzili dışında bırakmanın yıkıcı etkisinden korkuyorum.
Hollanda’da tarımsal ihracat Türkiye’nin 1000 katı
Nüfusu 17 milyon olan Hollanda, 2019 yılında 104 milyar 800 milyon dolarlık tarım ve hayvancılık ihracatı gerçekleştirdi. Nüfusu 84 milyon olan Türkiye’nin tarım, hayvancılık ve ormancılık ürünleri ihracatı ise TÜİK verilerine göre 5 milyar 556 milyon dolar. Hollanda’da kişi başına 6 bin 576 dolarlık tarım ve hayvancılık ürünleri ihraç edilirken, Türkiye’de tarım, hayvancılık ve orman ürünleri ihracatı kişi başına 6 lira 56 kuruş düzeyinde. Kişi başına ihracatın ülkemize göre 1000 katı olması Hollanda’da rahatsızlık yaratıyor.
Tarım ve hayvancılık üzerinde uzmanlaşan Wageningen Üniversitesi bu yıl yayınladığı raporda, çevresel etkileri de dikkate alarak küçük bir ülkenin tarım ve hayvancılığa bu kadar yoğunlaşması sorgulanıyor.