'BEN’ toplumu değil 'BİZ’ toplumu
ABD’de yayınlanan Time dergisi 2020’yi bütün zamanların en kötü yılı ilan etti son sayısında. ABD toplumunun en dikkate değer gözlemcilerinden biri olan Robert D. Putnam ile Shaylyn Romney Garrett’in imzalarını taşıyan başyazıda ise ABD için çıkış yolunun ‘BEN’ toplumu olmaktan kurtulup ‘BİZ’ toplumu olmaya yönelmekten geçtiği ileri sürülüyor.
Bu önemli başyazıda, Amerikan toplumunun halen yaşamakta olduğu bölünmüşlüğün ve benzeri görülmemiş siyasi kutuplaşmanın, tırmanan eşitsizliğin ve toplumun içine sürüklendiği zehirli ortamın, ABD’de 1870-1900 tarihleri arasında yaşanan “Yaldızlı Çağı” hatırlattığı belirtiliyor.
Ünlü yazar Marc Twain’in romanlarına konu olan “Yaldızlı Çağ” Amerikan kapitalizminin iç savaş sonrasındaki sınır tanımaz yükselişinin gerçekleştiği dönem. Ülkenin demiryolu ağlarıyla örüldüğü, sanayileşmenin hızla yayıldığı, petrol zenginlerinin inanılmaz servetlere kavuştuğu ve bütün bunlardan yararlanan Rockefeller ve Wanderbilt aileleri gibi “soyguncu baronların” ihtişamlı malikanelerde parıltılı bir hayat yaşadığı bir dönem. Ama aynı zamanda çocuk işçilerin günde 22 saat çalıştırıldığı, eşitsizliğin ve yoksulluğun tırmandığı, işçi sendikalarının baskı altına alındığı bir dönem bu. Ve bütün bunların kaçınılmaz sonucu olarak toplumsal kutuplaşmanın tavana vurduğu bir dönem.
‘BEN’ toplumundan ‘BİZ’ toplumuna
Time dergisinin başyazısında, iki dünya savaşını ve 1929 krizini kapsayan dönemde ABD’de ‘BEN’ toplumu anlayışının yerini yerini alan ‘BİZ’ toplumu anlayışının 1960’larda başlayan süreçte yeniden ikinci plana düştüğü anlatılıyor. Şimdi gelinen noktada, ABD toplumunun “Yaldızlı Çağı” anımsatan bir bölünmüşlük ve siyasi kutuplaşma noktasına geldiği ve 2020 yılının da bu ortamda “bütün zamanların en kötü yılı” olduğu ifade ediliyor.
Ancak bu “en kötü yılı” Amerika’ya yaşatan ve ‘BEN’i öne çıkartan anlayışın en kaba temsilcisi olan Donald Trump’ın devre dışı kaldığı ortamda, ABD’de ‘BİZ’ toplumu anlayışının yeniden öne çıkacağı bir dönemin başlayacağını düşünen Putnam ve Romney Garrett yeni yayınlanan kitaplarında da ABD’nin “İlerici” akımın yeniden belirleyici olacağı bir dönemin arifesinde olduğunu savunuyor. Kişisel çıkarların değil toplumsal çıkarların öncelik alacağı bu dönemde tehlikeli boyutlardaki toplumsal bölünmüşlüğün ve siyasal kutuplaşmanın yerini ‘BİZ’ toplumu anlayışına bırakacağı ve ABD’nin bir kez daha zoru başaracağı umudu dile getiriliyor.
TÜSİAD’ın 50.yıl projesi
‘BEN’ toplumundan ‘BİZ’ toplumuna geçişin önemini vurgulayan ve tamamen ABD’ye odaklanan bu bölümden sonra TÜSİAD da nereden çıktı diye sorabilirsiniz belki ama TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski’nin 3 Aralık günü Yüksek İstişare Konseyi toplantısında yaptığı konuşmayı okuduktan sonra Time dergisini görünce böyle bir ilişkinin kurulabileceğini düşündüm. Kaslowski konuşmasında gelecek yıl 50.kuruluş yıldönümünü kutlayacak olan TÜSİAD’in 2021 yılında kamuoyu ile paylaşmayı düşündüğü bir çalışmasından bazı ipuçları vereceğini belirttikten sonra şunları söylemiş:
“Dünyadaki başarılı ülke örnekleri gösteriyor ki kalkınmanın gerçekleşmesinde, her aşamada iş birliklerinin büyük önemi var. İş dünyasi ile üniversiteler, iş dünyası ile kamu kurumları, iş dünyasının kendi içindeki tedarik zincirleri bu işbirliğinin önde gelen örnekleri. Teknolojiyi geliştirmek de, insan yetkinliklerini yükseltmek de, şimdi aşıyı geliştiren ülke örneklerinde olduğu gibi, ancak bu işbirliği ve bilim özgürlüğü ortamı sayesinde gerçekleşiyor. İş birliklerinin başlıca koşulu ise toplumda, ekonomide, siyasette güven ortamını yaramaktır. Önde gelen unsur ise hukukun üstünlüğüdür.”
Bana öyle geliyor ki TÜSİAD Başkanı’nın değindiği konuların içine girildiğinde bugünün dünyasında ülkeleri başarıya götüren yolun ‘BEN‘ değil ‘BİZ’ anlayışına dayanması gerektiği ortaya çıkacak.