Batı’nın yeni açılımı ve Türkiye’nin çıkmazı
OPEC petrol şokunun dünyayı sarstığı 1970’li yıllarda dünya ekonomisinin %80’ini kontrol eden yedi ülkenin, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve Kanada’nın liderlerini bir araya getiren G-7 Zirvesi’nin, Joe Biden’in ABD Başkanı olması sonrasında yeniden önem kazandığını ve 11-12 Haziran’da İngiltere’nin Cornwall sahilinde yapılacağını geçen haftaki yazımda belirtmiştim.
Bu yılki G-7 Zirvesi, son 40 yıla da dünya ekonomisinin gidişatına damga vuran “Washington konsensüsü”nün sürdürülebilir olmadığının COVID-19 pandemisi sayesinde daha iyi anlaşıldığı ortamda toplandı. 2008’de patlayan küresel finans krizinden sonra birbirini izleyen ekonomik ve toplumsal krizlerin COVID-19 pandemisiyle yeni boyutlar kazanması, dört milyona yakın insanın hayatını kaybetmesi, küresel eşitsizlik büyürken borsaların rekorlar kırmaya devam etmesi ve yükselen popülizmin ABD dahil birçok ülkede demokrasiyi tehdit etmeye başlaması, Batı’yı yeni bir çıkış yolu aramaya zorlamıştı sonunda.
Batı’nın yeni çıkış yolu
Geçen hafta yapılan G-7 liderler zirvesi sonrasında açıklanan “Cornwall Konsensüsü” son 40 yıla damga vuran neoliberal anlayışın ürünü olan “Washington Konsensüsü”nün yerini alacak.
ABD’nin başını çektiği bu girişimin, Çin’in modelinin, Batı’nın piyasa ekonomisiyle demokrasiyi bağdaştırmayı amaçlayan modeline karşı bir alternatif oluşturarak daha fazla güç kazanmasını önlemeyi amaçladığı da söylenebilir. Bu nedenle ekonomik gelişmenin daha adil biçimde paylaşılacağı, kapsayıcı bir piyasa sisteminin kurulması amaçlanıyor.
Bu amaca yönelik bir küresel üretim ağının, verimlilik ve karın maksimizasyonu hedeflerinin yanısıra olası yeni krizlere karşı koyacak yapıda olması da önem kazanıyor. Örneğin mikroçip üretiminin Tayvan ve diğer Asya ülkelerinde yoğunlaşmış olmasının şu anda yaratmış olduğu sorunların yaşanmaması için önlem almak gerekiyor.
Devletin rolü önem kazanıyor
Devletin ekonomideki rolünü küçümseyen hatta reddeden neoliberal anlayışın, başta ABD olmak üzere birçok ülkede devletin toplumun refahını ve sağlığını sağlamakta ne kadar yetersiz kaldığının pandemi sürecinde çarpıcı biçimde ortaya çıkması, etkili çalışan bir devletin önemini ortaya çıkardı. Ayrıca ekonominin istikrarlı gelişmesinin sağlanması ve refahın daha eşitlikçi dağılacağı bir yapının oluşması için de devletin üzerine düşeni yapması gerektiği anlaşıldı. Devletin gerekli altyapı yatırımlarının yapılması, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin sağlanması konusunda oynaması gereken rolün önemi de yeni konsensüste vurgulanıyor.
Vergi devrimi de gündemde
Devletin bu işlevlerini yerine getirebilmesi için yapacağı harcamaları finanse edebilmek için vergi gelirlerini atırması da çok önemli. Bu nedenle özellikle yeni teknolojilerin güçlü tekellerin oluşmasına yol açtığı ortamda, sistemdeki boşlukları ve vergi cennetlerini kullanarak çok az vergi vermeyi başaran dev şirketlerin çok daha etkili biçimde vergilenmesini sağlayacak yeni düzenlemelere gerek var. G-7’nin ekonomi bakanları düzeyinde gündeme getirdiği kapsamlı bir vergi reformunun da Batı’nın yeni açılımının ayrılmaz bir parçası olması bekleniyor.
Sürdürülebilir kalkınma hedefi
Cornwall Konsensüsü sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir kalkınma ve gelişme stratejisi izlemeyi de amaçlıyor. Bu hedeflere yönelik adımların atılmasında iş dünyasıyla kamu kesimi arasında yakın bir işbirliğinin sağlanması büyük önem taşıyor.
Geçen haftaki G-7 toplantısında temel ilkeleri belirlenen bu yeni açılımın hayata geçebilmesi için önce G-20 ülkeleri tarafından da benimsenmesi ve OECD’nin gerçekleştirdiği çalışmalarla da desteklenmesi gerekiyor.
Bu önemli yeni açılımın gerçekleşebilmesi için parmağı taşın altında olan grupların projeyi benimsemesi ve desteklemesi büyük önem taşıyor. Bunun kolay olmayacağını da şimdiden hesaba katmak gerekiyor.
Türkiye’nin gündemi farklı
Türkiye ise ne yazık ki kendi yarattığı sorunlarla baş etmekte zorlanan bir yönetimin, hem toplumun önemli bir kesimiyle hem de dış dünyayla sürekli inatlaşarak bildiğini okumaya devam ettiği bir ortamda fena halde bocalıyor ve sürekli itibar kaybediyor. Dünyadaki önemli gelişmeleri izleyerek Türkiye’nin bu gelişmelerden nasıl etkilenebileceğini düşünenlerin ise çok küçük bir azınlıktan ibaret olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir.