Başkalarına güvenerek çatışmaya girmek pek parlak bir fikir değil
Yunanistan’ın komşularını, dostlarını ve müttefiklerini Türkiye’ye karşı harekete geçirmeye çalıştığı hususunun Türk dış siyasetini izleyenlerin dikkatlerinden kaçmadığı muhakkaktır. Yunanistan Türkiye’yi bölgede yalnızlaştırmayı, denize ulaşımını kısıtlamayı ve bir yandan kendi askeri gücünü arttırırken, diğer yandan ABD, AB ve AB üyesi bazı ülkeleri arkasına alarak Türkiye’yi askeri bakımdan zayıf konuma itmeyi amaçlamaktadır. Şayet Türkiye’nin Yunanistan açısından ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturduğu yaklaşımı benimsenirse, o zaman karşı karşıya bulunduğu tehdidi def etmek için Türk karşıtı bir koalisyon oluşturmakta çok uygun bir zamanı seçtiği söylenebilir. Türkiye’nin demokratik sicilinin bozukluğu, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini gözetmemekteki ısrarı, AB’den giderek uzaklaşmasına yol açmıştır. Üyelik müzakereleri donmuştur. Türkiye ile AB arasındaki anlaşmazlık konularına her gün yenileri eklenmektedir. Türk ekonomisi çöküş halindedir ve kısa dönemde büyük iyileşme göstermesi beklenmemektedir. Savunma alanına bakacak olursak, Türkiye Rusya’dan iki S-400 bataryası almış, silahların operasyonel hale getirilmesinin gerek NATO sistemine entegre edilmeleri gerek İttifakın güvenliği açısından yaratacağı, Amerika ve diğer NATO üyeleri tarafından dile getirilen sorunlara kulak vermemiştir. Ülke gelecekte NATO hava savunmasının belkemiğini oluşturacağı düşünülen F-35 projesinin dışına çıkarılmıştır. Son olarak, Türkiye zor kullanma tehdidiyle Doğu Akdeniz’de “hukuki temelden yoksun” gaz ve petrol arama alanlarına el koymaya çalışmakla suçlanmaktadır.
Fakat, karşımızda Yunan hükümetinin Türkiye’nin kendisi için büyük bir güvenlik tehdidi oluşturduğu ve Türkiye’nin zaaf anının onun meydan okumasını durdurmak için ideal zaman olduğu iddialarına katılmayan, farklı bir yaklaşım da bulunuyor. Bu yaklaşımı benimseyenler, Türkiye’nin kuruluşundan itibaren her zaman Yunanistan’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterdiğine işaret ediyorlar. Karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge ile ilgili anlaşmazlıkların en etkin giderilme yolunun Ege Denizi’nin özgün niteliklerini gözeten ve sabırla yürütülen bir müzakere ve yargıya başvurma yolu olduğunu dile getiriyorlar. Türk karşıtı ittifaklar oluşturarak, Türkiye’yi NATO’dan dışlamaya çalışarak, AB ile bağlarını koparak ve Yunanistan’ın askeri gücünü arttırarak onu ödünler vermeye zorlamak, Türkiye’nin Batı güvenlik camiasıyla ilişkilerini zayıflatabilir ama herhangi bir ödün getirmeyebileceği gibi, Yunanistan’ın güvenliğini de güçlendirmeyebilir. Buna ilaveten, Türkiye’nin dışlanması aynı ittifaka üye olmanın taraflar üzerindeki çatışmaları sınırlayıcı etkisini de ortadan kaldırabilir. Halbuki bu sınırlayıcı etki geçmişte iki ülke arasındaki geçimsizliklerin en yoğun olduğu dönemlerde bile sıcak çatışmaya dönüşmelerini engellemiştir. Son olarak, şu sıralarda Yunanistan’ın endişelerine göre hareket ederek Türkiye’nin zaaf anında onu zorlamaya çalışmak, gelecekte denetlenmesi kolay olmayacak Türk tepkilerine zemin oluşturabilir.
Acaba özetlediğimiz iki yaklaşımdan hangisi daha inandırıcıdır? “Türk tehdidini” etkisizleştirme Yunanistan’ın görünebilir gelecekte bu tehditten kurtulmasını sağlar mı, yoksa Yunanistan’ı daha büyük güvenlik riskleri ile karşı karşıya mı bırakır? Kanaatimce, iki ülke arasında tartışmalı konular ve anlaşmazlıklar süregelmişse de, Türkiye’nin bunların giderilmesinde zor kullanmayı tasarladığına dair kanıt yoktur. Tek istisna Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge sınırları ile ilgili geçimsizliktir. Orada bile, arama girişimlerine Amerikan, Fransız, BAE ve Katarlı şirketlerin dahil olması gerilimi azaltmaktadır. Yunanistan ise bölgede Türk karşıtı bir cephe oluşturmaktan öteye bir adım atamadığı gibi, Türk deniz kuvvetlerinin ihtilaflı alanlara giren araştırma araçlarını uzaklaştırmasını engelleyememiştir. Bu arada, bölgede yoğun araştırmayı gerektirecek kadar büyük rezervler olup olmadığı da sorgulanmaya başlamıştır. Bir kaç yıl sonra, belki de bütün olanlara nafile bir didişme diye bakılması söz konusu olacaktır.
Yunanistan, Türkiye ile sorunlarla yüklü ilişkilerinde AB ve ABD’nin tamamen kendi arkasında olduğu duygusuna kapılmış olabilir. AB’nin, kendi üyesi bir ülkenin komşularıyla ihtilaflarında, üyesini destekleme gereğini duyması zaten anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, bir üyenin komşusuyla silahlı çatışmayı davet eden yollar izlemesi durumunda ona ne oranda destek vereceği belli değildir. Benzer bir şekilde, ABD’nin küçük bir ülke tarafından komşusuyla çatışmaya dahil edilmeye ilgi duyacağı beklentisi sorgulanmaya çok açıktır. Hatta Fransa gibi, kendisini Avrupa’nın en büyük askeri gücü olduğu fantezisine kaptırmış bir ülkenin dahi yeni dostlarına yaranmak için Türkiye ile savaşa girmekte isteksiz davranacağı muhakkaktır. Tarih, başkalarına güvenerek komşularla kapışmanın, hele komşu bir miktar daha büyükse, pek parlak bir fikir olmadığını göstermektedir. Yunanistan’ın bu kurala bir istisna teşkil edeceğini düşünmemiz için herhangi bir neden de bulunmamaktadır.