Başımıza bir de parite belası çıktı!
✔ Euro kazanıp dolar harcamak, abartılı bir benzetmeyle "Dolar kazanıp TL harcamak" gibiydi. Şimdi durum değişti; artık "TL kazanıp dolar harcamak" durumundayız.
✔ Dolar ile euronun eşitlenmesi özellikle dış ticaret ve turizm gelirleri ile dış borç ödemeleri açısından sıkıntı yaratacak.
1999 yılının ilk günü... Euro, dünya finans sahnesinde yerini alıyor. Üç yıl boyunca kaydi para olarak yürürlükte olan euro, 1 Ocak 2002'den itibaren dolaşıma giriyor.
Euro/dolar paritesi başlangıçta 1.1673 düzeyinde. 1999 yılının ortalamasındaki parite ise 1.0608.
İzleyen üç yıl; 2000, 2001 ve 2002’de yıl ortalaması bazında dolar eurodan değerli seyrediyor. Sonrasında hep euro daha değerli. Öyle ki 2008 ortalamasında 1 euro 1.47 dolara kadar yükseliyor. 16 Temmuz 2008 euronun dolara karşı rekor düzeye çıktığı gün. Euro/dolar paritesi o gün tam 1.60’ı buluyor.
Ve geldik bu yıla, son günlere...
Euro/dolar paritesi yirmi yıl önceye döndü. İki para eşitlendi. Her ne kadar parite yılbaşından bugüne kadarki dönemin ortalamasında 1.0895 düzeyinde oluşmuşsa da son günlerde iki para neredeyse 1’e 1 düzeyine gelmiş durumda.
Darbe üstüne darbe!
Euro/dolar paritesindeki bu eşitlenmeyi abartılı bir örnekle açıklarsak herhalde şöyle bir benzetme yapabiliriz:
“Eskiden dolar kazanıp TL harcıyorken, şimdi TL kazanıp dolar harcamak...”
Türkiye’nin durumu biraz buna benziyor...
Döviz gelirimizin çoğu euro cinsinden ama giderimizde ağırlık dolar.
Dolayısıyla giderek değer yitiren bir para cinsinden gelir elde ediyor, öte yandan değer kazanan bir parayla harcama yapmak durumunda kalıyoruz.
ÜÇ YÖNDEN ETKİLEYECEK
Dolarla euronun eşitlenmesi Türkiye’yi temel olarak üç yönden etkileyecek.
Birincisi, dış ticaret... İhracatta dolar ve euronun payı neredeyse eşit. Ama ithalatta denge tümüyle dolar lehine. Doların ithalattaki payı özellikle bu yıl çok arttı ve ilk beş aylık verilere göre yüzde 71’e ulaştı. Bu artışta enerji ithalatındaki büyüme etkili oldu.
Doların dış ticaretteki ağırlığını şu örnek çok çarpıcı bir şeklide ortaya koyuyor:
Bu yılın ilk beş ayında dolar cinsi ithalat 103.8 milyar dolar. Beş aydaki toplam ihracat ise 102.5 milyar dolar. Toplam ihracatımız, yalnızca dolar cinsi ithalatı bile karşılayamıyor.
Dolayısıyla dış ticaret yönüyle önemli bir dezavantaj söz konusu.
İkincisi, turizm... Bu yılki turizm geliri 25 milyar dolar civarında bekleniyor. Her ne kadar resmi ağızlar gelirin 30 milyarı bulabileceğini söylüyorsa da daha gerçekçi yaklaşanlar 25 milyar doların bile iyi bir düzey olacağını ifade ediyor.
Gelir ne kadar olursa olsun döviz kompozisyonu hemen hemen aynı düzeyde oluşuyor. Türkiye’nin turizm gelirinde ağırlık çok baskın şekilde euroya dönmüş durumda. Turizm gelirinin yüzde 70 kadarı euro cinsinden. Yüzde 30’un önemli bir kısmı dolar, küçük oranlarda da başka dövizler var.
Üçüncüsü, dış borç... Yılın ilk çeyreğindeki stok verilere göre Türkiye'nin 132.1 milyar dolar kısa vadeli, 319.1 milyar dolar da uzun vadeli olmak üzere toplam 451.2 milyar dolar dış borcu var.
Kısa vadeli dış borcun yüzde 44.3’ü dolar, yüzde 25.9’u euro cinsinden. Uzun vadeli borçta dolar ağırlığı çok daha belirgin.
Uzun vadelilerin yüzde 64.2’sini dolar cinsi, yüzde 30.1’ini euro cinsi borçlar oluşturuyor.
Toplam borçta ise dolar cinsi olanların payı yüzde 58.4, euro cinsi olanların payı yüzde 28.9 düzeyinde.
UCUZLAYAN DÖVİZLE KAZAN, PAHALIYLA HARCA!
Sorun büyük, sorun bu haliyle bile can sıkıcı, üstelik daha da derinleşebilir.
Giderek ucuzlayan dövizle kazanıp, değer kazanan dövizle harcama yapmak durumundayız.
Üstelik ucuzlayan euro cinsinden gelirimiz ile pahalanan dolar cinsinden giderimiz tutar olarak da aynı değil. Bir de bu yön var. Dış ticaretle ilgili örnekte olduğu gibi dolar cinsi ithalat, toplam ihracattan bile fazla.
Sorun daha da büyüyecek
Tüm dünyada değer kazanma eğiliminde olan dolar giderek güçlenirken haliyle euro daha da gerileyebilir.
Yıllardan beri euronun dolardan daha değerli olmasının avantajını kullanan, kullanması gereken Türkiye, şimdi tam tersi bir tabloyla karşı karşıya.
Üstelik bu durumla yüz yüze geldiğimiz şu dönemde bir dizi sorunumuz zaten var.
Döviz açığımız, yani cari açığımız rekor kıra kıra artıyor. Bu kış enerji faturamız çok daha büyüyebilir ve bundan dolayı ithalat ve bağlı olarak cari açık daha da tırmanabilir. Bu açığı veriyorsak tabii ki öncesinde bir şekilde finanse etmiş oluyoruz ama bu finansmanın kalitesi giderek bozuluyor. Ne doğrudan yatırım var, ne portföy yatırımı. Bulursak, çok pahalı borç buluyoruz ya da yama yapa yapa bir düzeyde tutmaya çalıştığımız Merkez Bankası rezervinden yiyoruz.