Barışın kenti ağlıyordu, susmak bilmeyen feryatlarla…
AHMET YİĞİT
Kuzeyinde tütün kokan Çelikhan, doğuda sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış Kâhta, Güneydoğu’dan yörenin tarihi en eski yerleşim yerlerinden Samsat ve enerji, sulama kaynağı Atatürk Baraj Gölü, güneyde Fırat Nehri ve Batıdan Besni ve Tut ilçeleriyle çevrili huzurun ve barışın simgesi Adıyaman, 6 Şubat sabahı 4:17’de kent merkezinde yer alan kentin simgesi olan ve üzerinde üzüm sembolü taşıyan saat kulesi önünde diz çöktü.
Kent deprem felaketiyle yıkılırken saat kulesi 4:17’de durmuş şekilde ayakta kaldı.
İş insanlarının, oda başkanlarının, milletvekillerinin de arasında olduğu 3 bine yakın insanın yaşamını yitirdiği binlerce insanın yaralandığı ve dağ köylerinde enkaz altında bekleyen onlarca insanın cesetlerinin kurtlara yem olduğu söyleminin yayıldığı deprem felaketi tüm Türkiye’yi derinden etkiledi.
Yerle bir olan binlerce bina ile beraber arazilerde ve yollarda da yarıklar oluştu. Kente ulaşımı sağlayan Tarsus-Adana Gaziantep otoyolundaki çöküntü alanlarında yapılan çalışmaların ardından yoğun trafik ile birlikte Mersin’den çıkan araçlar 16 saatte kente ulaşım sağlayabildi.
Kent merkezinde yer alan yıkıntılar dolayısıyla adres bulmak ve kentte bir noktadan başka bir noktaya ulaşmak oldukça güç bir hal aldı.
Bizzat bulunduğum kent merkezindeki izlenimime göre; bazı enkazlarda AFAT, AKUT ve yurt dışından gelen ekipler çalışırken, bazı enkazlarda vatandaşlar yakınlarını kurtarmak için çaba sarf etti. Ancak acı olan eksi 4 dereceye rağmen çoğu enkazda çalışma olmamasıydı.
Şebeke sorunun yaşandığı, iletişimin koptuğu ve ulaşımın güçleştiği kentte insanlar yakınlarından haber alamazken, soğuk havadan korunmak ve güvenli alan oluşturmak için kendi imkanlarıyla buldukları brandaları tütün asılan tahta direklere yerleştirerek altında uyudular.
Günlerce çadır bekleyen ve çadıra ulaşamayan 6-7 aile, sayısı 35-40’ı bulan insanlar 5 metrelik brandanın altında yarı oturur pozisyonda uyumaya ve battaniyeler altında ısınmaya çalıştı.
En azından birkaç hafta yiyecek ve içecek sorunu kalmadı, çadır öncelikli sorun. Birçok aile sokakta, soğuktan korunmak için bulduğu odun ve karton parçalarıyla ısınmaya çalışıyor.
Kurtarma çalışmalarını aksatan ekipman eksiğinin yanında en önemli etken yakıt sorunuydu. Şahit olduğum 2 iş makinası yakıt olmadığı için çalışamadı ve elle kazıya başlandı. Mersinli yardımsever iş insanı Metin Saltık durumu bildirmemiz üzerine 2 tanker yakıtı bölgeye gönderdi.
Hangi sokağa girsek enkaz altından battaniyeler arasında çıkarılan cansız bedenler, yükselen feryatlar, ‘bir alt katta yakınım vardı, yaşıyor mu?’ telaşı…
Sahra hastanesine Mersin’den gelen kefenleri yetiştirmeye gittiğimde hastane bahçesinde ayrı bir telaş. Ambulansın biri gidip biri geliyordu.
Kendimi sorguya çektim; “İnsanoğlu neden sonunu getiren 80 ton betonu üstüne inşa ediyor?”
Depremden sonra kardeşliğin beşiği, barışın kenti ağlıyordu, susmak bilmeyen feryatlarla…