Bari bunu şapmayalım da şey yapalım
Geçen hafta şeyi şey yapmakla şapmak arasındaki farkı incelemeye yer kalmamıştı. Bu hafta şey nasıl şey edilir konusuna bir giriş yapacağız. Konu işletmecilerden çok iktisatçıları ilgilendirdiğinden haddimi aşıyorum ama bir kere başladık artık. Tekrar söyleyeyim: Ben ekonomist değilim sadece kariyerim dolayısıyla kalkınma modelleriyle haşır neşir olmak zorunda kalmıştım o kadar. Ekonomist dostlar mazur görsünler.
Geçen hafta Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana devletçilik, ithal ikamesi, planlı liberal ekonomi, ihracat güdümlü serbest piyasa ekonomisi falan derken neredeyse yüz senedir bir türlü kalkınmakta olan ülke statüsünden çıkıp da kalkınmış ülke statüsüne geçememesi nedeniyle hala arayış içinde olduğumuzu söylemiştim. Şimdi ortalarda bir Çin modeli lafı dolaşıyor. Bu Çin modelinin tam ne olduğu tam anlatılmamakla beraber Çin’i biraz tanıyan hemen herkesin bildiği şeyler var. Çin’in kalkınmasında, bugünkü durumuna gelmesinde neyin daha doğrusu nelerin rol oynadığı iyi incelenmiş bir konudur.
Çin’e, daha doğrusu başkent Pekin’e ilk ziyaretimi 1989 yılında ülkenin üst düzey bürokratlarının eğitimiyle yükümlü bir üniversitenin hocalarını eğitmek amacıyla gitmiştim. Bu eğitim sürecinde ben üniversiteden katılımcı öğretim üyelerine işletmecilik, dış ticaret ve bilgisayar kullanımı konularında eğitim verecektim onlar da bu öğrendiklerini bu üniversiteye kendilerini geliştirmek amacıyla ‘zorunlu’ olarak gönderilen üst düzey bürokratlara aktaracaklardı. Benim için Çin, özellikle Pekin’i bu ziyaret, ABD ve Türkiye dışında ilk eğitim deneyimim olma ve ve katılımcıların kompozisyonu açılarından çok ilginç olmanın yanı sıra eşsiz bir öğrenme fırsatı idi. 1989 yılı ile Çin’i yine eğitim amacıyla, ama bu kez Balkanlar ve Doğu Avrupa’dan Çin hükümetinin davetlisi olarak eğitilmeye gelen elliye yakın hükümet görevlisini eğittiğim son ziyaret olan 2008 yılı arasında gördüklerimi ve öğrendiklerimi bir başka zaman anlatmaya çalışırım. Bu kez sadece 1989 yılında Çinli öğretim üyelerine verdiğim eğitimin konusunu yazmakla yetineyim: Bilgisayarların açılıp, kapanması dahil 1981 yılında piyasaya sürülen o zamanların işletim sistemi MS-DOS[1]. İnanması güç değil mi? Otuz senede nereden, nereye. Neyse sadede gelelim bu sefer Çin’in kalkınmasında önemli rol oynadığı konusunda birçok kişinin fikir birliğinde olduğu bir özel konuya değineceğim: İngilizce orijinali Foreign Trade Investment’in kısaltılmış akronimi olan FDI olarak tanınan Türkçe bazen ‘Yabancı Sermaye’ bazen de ‘Dış yatırım’ olarak bilinen finansman türü.
Benim anladığım bu Çin modeli denilen şey tamamen olması dahi Türkiye’nin Çin gibi bir FDI cazibe merkezi olması fikrine dayanıyor. Geçtiğimiz 2020 senesinde Dünyada toplam 860 Milyar dolar olan Global FDI’nın dörtte birini tek başına Çin’in aldığını düşünürseniz bu cazip bir fikir gibi görünüyor.
Ülkemizin son 20 yıllık performansında dışarıdan gelen paranın önemi de inkâr edilemez. Bir başka yazımda 2000’li yıllardan sonra Dünyada bollaşan nakit arzının da etkisiyle Türkiye'nin popüler bir FDI ülkesi haline geldiği ancak son zamanlarda ülkemize net yabancı sermaye girişlerinin azaldığını anlatmıştım. Söz gelimi, FDI konusunda 2005 ve 2017 yılları arasında yılda 10-20 Milyar Doların altına düşmeyen ülkemize giren net yabancı sermaye rakamlarına bakarsanız[2] azalma açıkça görünüyor. Net FDI 2019 yılında 9 Milyara ve 2020’de %16.5 daha düşerek 7.7 milyar dolara düşmüş.
Gereken dövizin dış borç yoluyla elde edilmesi de artık o kadar kolay değil. Ülkemiz zaten borçlu. Borç sıralamasında Dünyada 23. sırada. Hazine, Türkiye'nin 31 Mart 2021 itibarıyla brüt dış borç stokunun 448,4 milyar dolar, net dış borç stokunun 262,1 milyar dolar olarak hesaplandığını bildiriyor. Bunlar ciddi rakamlar. Üstelik Fitch ve S&P gibi uluslararası derecelendirme kuruluşları da geçen hafta Türkiye'nin görünümünü negatife çevirdiler. Türkiye dış borçlanmada yüksek faiz de ödüyor.
Özetle, Türkiye borçla ekonomisini yürütemeyecek. Bu belli. Eski zamanlarda da ülkenin borç sıkıntısı vardı. Bu kez durum farklı. Eskiden devlet borçluydu. Şimdi hem devlet, hem özel sektör hem de vatandaş borçlu. Bu arada resmi borç rakamlarına devlet garantili dış yatırımlar dahil mi bilmiyorum ama olması lazım.
Şimdi dış yatırımı çekmek için ki sanıyorum Çin modeli dedikleri o, neler yapmak lazım ona bakalım. Yabancı sermayeyi neyin cezbettiği fizikteki füzyon ile enerji üretimi gibi kompleks değil. Altı üstü belli. Literatürde önem sırasında olmayan on faktör sıralanıyor. Bu hafta bir sıralayalım, haftaya biraz daha detaylı bakarız.
- Ücretler: Emek ağırlıklı üretim faaliyetlerini ücretlerin düşük olduğu ülkelerde yapmak çok uluslu işletmelerin yapmaya çalıştığı bir şeydir. Bu nedenle geçtiğimiz dönemlerde birçok batılı firma üretimlerini Hint-Yarımadasına ve Pasifik ülkelerine kaydırdılar. Bunun aksine ücretlerin yüksekliğine rağmen yüksek teknoloji ürünleri üretiminin Avrupa ülkelerine kaydığı da görülmektedir.
- Vasıflı işçi: Elektronik, ilaç-ecza ürünleri gibi sektörler vasıflı işçi ister. Bu nedenle yatırımcılar ücretlerin düşük ama eğitim seviyesinin yüksek olduğu ülkeleri tercih edebilirler.
- Vergi hadleri: Apple, Google ve Microsoft gibi ünlü işletmeler düşük vergi hadleri nedeniyle yatırımlarını İrlanda’ya kaydırmışlardı.
- Nakliyat ve alt-yapı: Düşük nakliyat maliyetleri, limanlara sahip olunması gibi faktörler bir ülkeyi cazip hale getirebilir.
- Ekonominin büyüklüğü-büyüme potansiyeli: İç pazarı büyük ve büyüme potansiyeli olan ülkeler üretimlerini iç pazarda da satmayı hedefleyen FDI işletmelerine cazip yatırım fırsatları sunar.
- Politik istikrar ve mülkiyet haklarına saygı: Politik istikrarsızlık ve ‘mülkün temeli’ olmayan adaletsiz ülkelerin FDI için cazip olmamasında şaşılacak bir şey yok. Eski ‘Doğu Avrupa’ ülkelerinin AB’ye girmek için yırtınmalarının altında önemli ölçüde bu yatar. Siyasi istikrar ile yakından ilgili olarak ülkenin yolsuzluk ve kanunun üstünlüğü karnesi de uluslararası yatırımcıların dikkat ettikleri faktörler arasında sayılır.
- Emtia varlığı: Yüksek miktarda emtia talebi olan uluslararası işletmeler bu ürünlerin bolca bulunduğu ülkelere yatırım yapmaktadırlar. Çinli işletmelerin Afrika’ya büyük miktarlarda yatırım yapmalarının altında kısmen bu neden yatar.
- Döviz kuru: Zayıf yerel para FDI’yı cezbedebilir çünkü ev sahibi ülkenin varlıkları ucuza gelir. Ancak kurun oynaklığı yatırımcıların cesaretini kırabilir.
- Kümeleme: Yatırımcı işletmeler birçok nedenden daha önce FDI yapılan alanlara yatırım yapmaya eğilimlidirler. Bu nedenle birçok ülke diğer yatırımcıları peşlerinden sürükleyecek ilk yatırımcıları cezbetmek için özel önlemler alırlar.
- Pazarlara erişim. Doğal olarak AB gibi alım gücü yüksek pazarlara erişimi olan ülkeler FDI için caziptir.
İşte böyle. FDI ile ödüllendirileceğiz diyerek bu on koşulda şey yapacağınıza şaparsanız bunun bedelini de ödersiniz.
Biz bu çok değişkenli denklemin neresindeyiz haftaya bakarız.
Sağlıcakla kalın
Kaynaklar:
[1] Microsoft firmasının geliştirdiği 1980'li yıllarda PC uyumlu platformlar üzerinde kullanılan bir işletme sistemi. Zamanla yerini Windows işletim sistemlerine bıraktı.
[2] Kaynak: Dünya Bankası, https://data.worldbank.org/indicator/BX.KLT.DINV.CD.WD?locations=TR