Banka Aşkı
IMF ile anlaşmaya epeyce yaklaşıldı. Hazine Bakanı Sayın Şimşek ilk buluşmaya gitti. Şimdi sıra ailelerin buluşup nikah günü almasına geldi. Krediyi (kızı) verecek olan IMF’in iki numaralı ismi anlaşmayı imzalamadan Türkiye (damat) isteyebileceğimiz her hareketi yaptı dedi. İki taraf arasındaki ilişkinin bu noktaya geleceğini geçen haftaki yazımda belirtmiştim. AKP’lilerin parasal işlerde sık kullandıkları ifade ile “hayırlı olsun”.
Mutlu sona çok yaklaşılsa da hala arada bazı engeller var. Bunlardan ilki elbette AKP yönetim camiasının lüks bina ve otomobilde simgeleşen kamu harcamaları. İkinci engellin geçmişi biraz eski, engelin adı kamu bankalarının özelleştirilmesi.
2001 krizi sonrası IMF ile yapılan anlaşma gereği kamu bankalarının tamamı beş yıl içinde özelleştirilecekti. DSP-MHP-ANAP Hükümetinin zamanı buna yetmedi. AKP, iktidara geldiğinde uygulanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programına” sahip çıktı. Fakat bankaları özelleştirmekten kaçındı, bir süre sonra da konu unutuldu.
AKP Hükümetinin kamu bankalarını elde tutmanın popülist politikaları için gerekli olduğunun farkına varması uzun sürmedi. Nitekim kamuoyuna yansıyan ilginç kredi plasmanlarına hemen başladılar. Bu eğilim özellikle rejimin değiştiği (Cumhurbaşkanlığı rejimi) 2017 yılı Anayasa oylaması sonrasında daha da güçlendi. Artık kamu bankalarının bankacılık ilkelerine göre değil hükümetin istekleri doğrultusunda yönetilmesi alışıldık hale geldi.
AKP, kamu bankalarındaki gücünü bir taraftan kamu harcamalarının dolaylı finansmanında diğer yandan da kayırılmış sektör ve firmalara kaynak aktarımı için kullandı. Kamu bankalarının elinde tuttuğu DİBS 2004 yılında yüzde 24,2, 2017 yılında yüzde 17,7 iken oran 2023 yılında yüzde 39,7 2024 yılı Şubat ayı itibari ile yüzde 38,7 oldu. Ulaşılan oran açıkça kamu bankalarının 2017 yılı sonrası kamu finansmanı için kullanıldığını göstermekte.
Hükümetin izlediği bu politika neticesinde kamu bankalarının bankacılık sektörü içindeki ağırlığı da artmaya başladı. Nitekim kamu bankalarının bankacılık sektörünün toplam aktif içindeki payı 2002 yılından (yüzde 33, AKP’nin iktidar geldiği tarih) 2017’ye kadar hemen hiç değişmez iken 2022 yılında yüzde 38’e, 2023’te yüzde 45’e yükseldi. Bu yükseliş kredi ve mevduat hacmine de yansıdı. Kamu bankalarının toplam mevduat içindeki payı 2002’de yüzde 34 iken 2023’te yüzde 46’ya, toplam kredi içindeki payı da 2002’de yüzde 32 iken 2023’te yüzde 48’e yükseldi. Bu verilere göre artık Türkiye’de bankacılık sektörünün yarısını devlet (hükümet) kontrol etmekte.
Diğer yandan özellikle salgın dönemi ve hemen sonrasında ekonomide büyümeyi devam ettirmek ve kayırılmış inşaat sektörünü finanse etmek için kamu bankalarına lokomotif olma rolü verildi. Bu dönemde kredi hacmindeki genişleme yatırımları için değil servet birikimi için kullanıldı. Krediye erişime olanlar (seçilmişler, seçilmiş firmalar) elde ettikleri kaynağı döviz ve altın alımında kullandılar. Bunun sonucunda döviz kurunda ani sıçramalar ve altın ithalatında patlama oldu.
Peki AKP Hükümeti IMF denetimine girmeyi kabul eder mi? Yani AKP Hükümetinin bankacılık aşkı sona erer mi? Bu soruların yanıtını M. Şimşek’in becerisi belirleyecek. Ancak IMF ile anlaşmaya gidilecek ise bilinmelidir ki IMF kamu bankalarının anlattığımız biçimde yönetilmesine izin vermez.
Bu pürüze rağmen hükümetin (dolayısıyla Sayın Şimşek) ve IMF’in buluştukları ortak bir nokta var. O da krizin faturasını krizi yaratanlara çıkarmak yerine geniş kitlelere yıkmak. Bu ortak niyete karşı duracak toplamsal güç ise ne yazık ki yok. Çünkü 22 yılda var edilen kurumsal yapılanma böyle bir gücün ortaya çıkmasını adeta imkânsız kıldı.
Okuma Önerisi: İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı 158-162.