“Bana bilmediğim bir şey söyle”
Başlangıcı hatırlayan var mı? Biz bugün içine hapsolduğumuz çukuru 2018 yılında kazmaya başladık. Merkez bankası rezervlerini satmaya başladığımız “bak babacığım, faizi indiriyoruz ama kura bir şey olmuyor” dönemini hatırlarsınız canım. Daha dün gibiydi. İşte oradan buraya geldik. Kaza kaza kendimizi derin bir çukurun içinde bulduk. Baktık çukur derin ve dışarıya artık çıkamıyoruz, kazmayı bıraktık. Nihayet.
Şimdi aklımızda ikinci çukur kanunu, kendimize bir çukurdan çıkış stratejisi tasarlamaya çalışıyoruz. Neydi ikinci çukur kanunu? “Artık kazmayı bırakmış olmanız bir çukurun içinde olduğunuz gerçeğini değiştirmez”. Nedir bugün mesele? En az maliyetli çukurdan çıkış stratejisini tasarlamak elbette. Kolay bir iş mi? Hayır. Her gün işin zorluğunu görüyoruz. Bankaları swaplara ve KKM’ye seve seve alıştırdık. Sonunda hikaye bir nevi “ağa ile maraba” fıkrasına döndü. Şimdi bankaların swap ve KKM alışkanlıklarını nasıl kıracağımızı kara kara düşünüyoruz.
Doğrusu ben son birkaç haftadır bir çukurdan çıkış stratejisinin şekillenmeye başladığını düşünüyorum. Böyle düşünmeye başlamam, hadisenin çözüldüğü manasına gelmiyor elbette. Yapılacak daha çok iş var. Daha ortada güçlü bir anlatı ve o anlatının dayalı olduğu kapsamlı program yok. Eylül Orta Vadeli Program (OVP)’ı bildiğimiz OVP’lerden biri olacaksa işe yaramaz. Hatırlayın başla milletlerin OVP’leri beş yıllık planla uyumlu kapsamlı program adımları içeren dokümanlar oluyor. Biz de öyle bir gelenek ne yazık ki oluşmadı.
Şimdi kapsamlı program adımları deyince, geçen hafta yeşil finansman kanalındaki tıkanıklığa değindim. Bir daha bakın isterseniz. Türkiye’nin döviz girişine ihtiyacı var. Yeşil dönüşüm için 30 milyar dolar bulabilmek mümkün ama Türkiye’nin o kaynağı buraya akıtacak kanalı tıkalı. İller Bankası ve diğer kalkınma ve yatırım bankalarının kaynak kullanım kapasitesi yıllık bir milyar doları bile bulmuyor. Nedir? Dereye su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar.
Bu hafta yeşil dönüşümün operasyonel zorlukları çerçevesinde bir ikinci alana değineyim. İklim Kanunu ile birlikte karbon ve su ayak izi ile atık yönetimi ölçüm ve takibi önem kazanacak. Bu amaçla şirketlerin yatırım yapmaya başlaması, adım atması gerekiyor. Nasıl olacak? Kaynak uluslararası finansal kuruluşlardan gelebilir ama bizim ne yapacağımıza, neyi projelendireceğimize karar vermemiz lazım. Doğrusu ben burada Organize Sanayi Bölge (OSB)’lerine önemli bir görev düştüğü kanaatindeyim. Halbuki gidişat şirketlere doğrudan ulaşma yönünde sanki. Bence yanlış. Bu hafta anlatayım.
Yüksek enflasyon ortamında anlatının gücü bankanın kredibilitesini tahkim eder
Ama önce yüksek enflasyon ortamında anlatının öneminin altını kalın kalın bir çizeyim. Elbette dört başı mamur, kendi içinde tutarlı, kapsamlı bir anlatıya ihtiyacımız var çukurdan en az maliyetle en hızlı bir biçimde çıkabilmek için. Bunu zaten biliyoruz. Temmuz ayında Amerikan Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu (NBER)’nun yayımladığı bir araştırma bana sorarsanız tam da bu konuya işaret ediyordu. Aynı zamanda Türkiye’nin içinde bulunduğu yüksek enflasyon ortamında kapsamlı bir çerçeve olmazsa, milletin, Merkez Bankası iletişim politikasına nasıl duyarsızlaşabileceğine de işaret ediyordu doğrusu.
Bir grup araştırmacının birlikte gerçekleştirdiği deneyin sonuçlarını özetleyen çalışmanın adı da güzel: “Bana bilmediğim Bir Şey Söyle: Düşük ve Yüksek Enflasyon Ortamlarında Öğrenme”(Tell Me Something I Don’t Already Know: Learning in Low and High-Inflation Settings”, NBER, Temmuz 2023)[1]
Çalışma yüksek enflasyon ortamında tüketicilerin artan hayat pahalılığı ile birlikte enflasyonun seyrini ve fiyat gelişmelerini yakından izlediğine işaret ediyor. Amerika’daki örneklerde erkekler petrol fiyatlarını, kadınlar ise en çok süt fiyatlarını takip ediyor. (Bu arada, eşleri ile birlikte alışverişe giden erkeklerin de süt fiyatlarını yakından izlediğine işaret ediyor çalışmalar. Onu da ifade edeyim.) Demem o ki insanlar çarşı pazara çıktıkça zaten neyle karşı karşıya olduklarını biliyorlar. Malumat sahibi bir muhataba bildiklerini anlatırsanız ne olur? Dikkati dağılır, bir noktadan sonra sizi dinlemez zaten.
Tüketiciler yüksek enflasyon ortamında fiyat gelişmelerini yakından takip ettiklerinde enflasyon konusundaki açıklamalara işte tam da bu nedenle duyarsızlaşıyorlar. Neden? Zaten fiyat gelişmelerini her gün yaşayarak yakından biliyorlar. “Bana bilmediğim bir şey söyle” şiarı işte tam da buradan çıkıyor. İçinde bulunulan iktisadi ortamın özellikleri bankanın iletişim politikasının nasıl yapılması gerektiğini de biçimlendiriyor bir nevi.
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu akıldışından akli olana gidiş sürecinde bankanın ne yaptığını daha açık anlatması, kamuoyuna bilmediği bir şeyleri söylemesi gerekiyor, bir nevi. Nedir? Enflasyonun zaten yüksek olduğunu millet biliyor. 2023 sonu yüzde 58 diye rapor açıklamak, artık açık sözlü olmaya karar vermek işte bundan kendi başına yeterli değil. Ne gerekiyor? Kapsamlı bir anlatı gerekiyor. Anlatının kapsamlı bir programa dayalı olması gerekiyor. Ne hedeflendiğinin ortaya konulmasında fayda var.
Yüksek enflasyon ortamında hem politika tasarımı güçleşiyor hem de o politika tedbirleri manzumesinin iletişimi zorlaşıyor. Kamuoyu enflasyon konusuna ilgi göstermiyorsa, bankanın öncelikle onlara nasıl ulaşacağını hesaplaması gerekiyor. Kamuoyu enflasyonu hissediyor ve hadiseden haberdarsa bankanın millete ulaşması kolaylaşırken ne anlatacağı daha bir önem kazanıyor. Nokta.
OSB’siz sürdürülebilir bir ölçüm ve takip sistemi başlangıcı olmaz
Yeşil dönüşüm çerçevesinde her tür iktisadi aktivitenin karbon ve su ayak izini atık yönetim sistemini ölçmek ve takip etmek önem kazanıyor. Ölçmek ve ölçümleri zaman içinde takip etmek. Türkiye’de uluslararası finans kurumu desteği ile yalnızca 700 civarında tesisin karbon salımlarını ölçüp takip edebiliyoruz benim hatırladığım. Ama bu yetmez. Daha su ayak izi ve atık sistemi kontrolü konuları boşta. Kötü. Türkiye çapında bir ülkenin daha kitlesel bir ölçüm ve takip sistemi tasarlaması lazım bir an önce.
Daha İklim Kanunu çıkmadan hazır Dünya Bankası kaynaklarını kullanarak ölçüm ve takip sistemi tasarımına başlamak mümkün aslında ama nasıl yapabileceğimizi tartışmamız lazım. Karbon ve su ayak izi ile atık sistemi tasarımı konusunun (demistify edilmesi) açıklığa kavuşturulması ilk öncelik olmalı sanırım. Aslında her sektör için ve her sektörde her farklı teknoloji içi bir yönetim bilişim sistemi (Management Information System) tasarlamak gerekiyorki zaten yapılmışı dışarıda var.
Türkiye’de bu yönetim bilişim sistemi merkezini ise OSB’ler vasıtasıyla illere, bölgelere doğru yaygınlaştırmak mümkün. MIS sistemi zaten dışarıda da var ama Türkiye’de uygulamayı OSB’ler vasıtasıyla yapmak yerli bir çözüm olabilir doğrusu. Neden? Birincisi, tek tek şirketler vasıtasıyla yapmak ülke çapında yaygınlaşmayı yavaşlatabilir. İkincisi, sürdürülebilir olmayabilir. Halbuki OSB’lerde bu amaçla kapasite inşa edersek, ülkenin her tarafında eksikliklerimizi daha çabuk saptar ve tedbir alabiliriz. Üçüncüsü, yeşil OSB’lere tanınacak mali teşviklerle OSB’ler arası rekabeti de devreye sokabiliriz.
Burada ne yapmak lazım? Birincisi, OSB’ler kamu hizmetleri memleketin her tarafında aynı mükemmellikte sağlanamadığı için bulunmuş bir ara çözüm. Şimdi onu yeni çağa uyarlamak lazım. Bu çerçevede OSB yönetimlerine aktarılacak kamusal yetkileri yeşil dönüşüm gereği çerçevesinde elden geçirmek lazım. İkincisi, OSB’lerin yeşil finansmana hızlı erişimi için vali yönetiminde OSB ucubesinden vazgeçmek lazım. Üçüncüsü, tam da bu kaynaklara erişim meselesi nedeniyle İklim Kanunu tasarısındaki vali başkanlığında Uyum Komisyonu hatasını düzeltmek lazım.
İşlerin istediğiniz gibi yoluna girmiyor olması, işlerin yoluna girmekte olmadığı anlamına gelmez
Doğrusu ya ben hala aynı noktadayım. Geçen hafta çok şey oldu ve olup bitenin önemli bir bölümü istikrar arayışı sürecinde olumlu gelişmelerdi. Önce bunu tespit edeyim. Benim için tek manasız gelişme Enerji Bakanımızın bir BAE gazetesine yazdığı yazıydı esasen. Bir ara onu da anlatırım.
Sonra geçen hafta altını çizdiğim hususu bir daha not edeyim: İşlerin sizin beklediğiniz hızla yoluna girmiyor olması, işlerin yoluna girmekte olmadığı anlamına gelmez. Sürecin kendisinden kaynaklanan birden fazla kısıt var ortada ve unutmayın daha Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları bile elden geçiril(e)medi.
Beklemeye devam.
[1] https://www.nber.org/system/files/working_papers/w31485/w31485.pdf