Bağımsız kurumların artan önemi
Merkez bankalarının bağımsızlık politikası, dünya için yeni bir anlayıştır. 23 yıl önce Kenneth Clarke ve Eddie George, konuyu İngiltere’de BOE’in gündemine taşıdı. 1997’den 11 yıl sonra 2008 küresel sistemik krizi bu yöntemde derin yaralar açtı. Bu krizin kaynağı ABD’deydi. İlk adımı da attı. FED’in uygulamaları tepkileri üzerine çekti. Batan binlerce mortgage borçlusuna rağmen, FED birçok finansal kuruşu kurtarmayı uygun gördü. TARP ve TAF ile başlayan FED’in destekleri miktarsal genişlemeyle sürdürüldü. Sonraki yıllarda buna varlık alımları da eklendi. Oysa sırada Amerikan vatandaşının vergi yükleri ağırlaşıyordu. FED’in bunu düşünmeye vakti kalmadan 2011 Avrupa borç krizi patlak verdi. Bu nedenle merkez bankalarının politik bağımsızlıkları dünyanın her ülkesinde aynı desteği görmedi. Merkez bankaları’nın bağımsızlıkları derken daha çok, araç bağımsızlığından söz edilmektedir. Somuta indirgersek, bir enflasyon hedefi verilmekte ve bunu nasıl başardığına karışılmayıp, yıldan yıla hesap sorulmaktadır. Trump bu anlayışı bozan ilk başkan oldu. FED’e faizleri indirmek konusunda baskı yaptı. Kadroları da kendi adamlarıyla değiştirdi.
Tablo: Bankacılık sektörün Haziran 2020 özet bilançosu
Bizde durum ne kadar farklı?
Para ve mali politikalardaki şeffaflık o kadar önemli ki, algı aşınmasında başka hiç bir şey bu kadar yıkıcı olamıyor. Kurumsal bağımsızlıklara hükümetin riayet etmesi gerekiyor. “Kredi risk primi”miz 2020 içinde 300 baz puan ile 650 baz puan arasında gidip geliyor. Sorun sadece pandemi olsa, diğer ülkelerin de “kredi risk primleri” artış kaydetmiş olmalıydı. Bence esas neden, 2019’da sadece %0.9 büyüyebilmiş olmamızdı. Yumuşak gücümüz güneş görmüş kar gibi eriyor. Yabancı finansman ve doğrudan yatırım ihtiyacı salgın sonrasında belirginlik kazanıyor. Covid-19 sürecinde turizm, inşaat, hizmetler sektörü kepenk indiriyor. İkinci dalgayı konuştuğumuz şu günler için analiz yaparsak; işsizlik tüketicinin güvenini kırdığı gibi, durgunluğu da enflasyon ortamında yaşatıyor. Bankaların kredi muslukları açılarak ekonominin ivmelenmesi düşünüldü. Bankalarda aktif rasyosu uygulaması başlatıldı. Kredi kullandırma yeteneğine göre BDDK bankalara hangi gözle baktığını gösteren bu aktif rasyosunu uygulamaya aldı. Bankalar ucuz ve kolay kredi sağladıkça, salgında öne çıkan iş kaybının yıkıcı etkileri de absorbe edildi. Acil talepler bitince alınan krediler döviz ve altına yöneldi. Para basarak değeri düşürülen TL, bu güvenli limanlardaki talebi diri tuttu. Dün, BDDK bankalara uyguladığı aktif rasyosunu düşürdü. Mevduat bankalarında 100’den 95’e, katılım bankalarında 80’den 75’e indirildi. Peki, bu krediler toplam bankacılık sektörünün yapısal dengelerini nasıl etkilemişti? Gelin bir de buna bakalım.
Bankacılık sektörünün en son Haziran 2020 bilançosu yayınlandı. Burada toplam kamu sektörünün yabancı para özkaynağının eksi 439 milyon dolar düzeyinde olduğunu görüyoruz. (Tabloda koyu harflerle ifade edilen satır) Yabancı bankalarınkiyse eksi 327 milyon dolar ile bunun hemen altındadır. Özel bankaların özkaynakları artı 36 milyon dolar ile görece iyidir. Toplam sektör eksi 727 milyon dolar yabancı para özkaynak seviyesiyle pozisyon açığı riski yüklenmiş durumdadır. Kamu bankaları piyasa koşullarını dikkate almadan verdiği kredilerle “kredi/mevduat” oranını %120’e yükseltmiştir. Mevduatlarla krediler arasındaki vade uyuşmazlığı, bankacılık sektörünün tarihsel müzmin meselesidir. Buna ek olarak, kamu bankalarında kaldıraç oranı da 11’e kadar tırmanınca, ortada pek de içimize sinen bir tablo kalmıyor. Bu arada kaldıraç derken neyi kasdettiğimden kısa bahsetmek gerekirse, kamu bankaları Türkiye’nin en büyük toplam aktiflerine sahip olmasına rağmen, özkaynakları bu aktiflerden 11 kat küçüktür, demektir. Türkiye bankacılık sektörü toplamında kaldıraç oranı 9,6 düzeyi ile kamudan %14,5 daha tutucu bir yapıdadır. Merkez Bankası’nın para bastığı ve bankaların da atak davranarak krediler musluklarını açtığı bu işleyiş, sürdürülemez. Hele bir de, merkez bankasının net döviz pozisyonu eksideyse…
Hukuk devleti anlayışını işlettikçe, kurumları bağımsız kılmak Türkiye’yi yüceltecektir. Esaslı bir orta vadeli program ve yapısal reformlarla donanırsak, iş dünyasının da geleceğe güvenle bakabildiğini görürüz.