Avrupa: “Madencilik çevreye dost!”
Avrupa Birliği (AB) “Kritik Ham Maddeler Kanunu” çıkarıyor. İlk versiyon AB Parlamentosu’ndan geçti bile. Eskiden madencilik hem çevreye zararlı hem de riskli bir faaliyet olarak görülürdü. Bu nedenle de gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere yaptırdığı bir işti. Öyleyse neden şimdi zenginler durup dururken madencilik yapsın diye düşünebilirsiniz? Teknolojik dönüşüm, özellikle de yeşil teknolojilerin gelişmesi, ironik bir şekilde çevreye zararlı olduğu için tu kaka edilen madenciliği geri getirmiş. Gelin bakalım madenciliği yeniden popüler yapan faktörler neler?
Geçtiğimiz üç senede ABD’de ve Avrupa’da yenilenebilir enerjiye ve elektrikli araçlara geçişi hızlandıracak birçok tedbir alındı. Hem yenilenebilir enerji tesisleri hem de bu enerjiyi günün her saatinde kullanabilmek için gereken ve aynı zamanda elektrikli araçların ana girdisi olan bataryalar, “kritik mineraller” denen madenlere olan talebi inanılmaz ölçüde artırdı. Mesela bir rüzgar türbininde 2 ton bakır kullanılıyor. Önümüzdeki dönemde dünyadaki, bakır üretiminin %60’ının, kobalt üretiminin %70’inin, lityum üretiminin ise %92’sinin yenilenebilir enerji tesislerinde kullanılması bekleniyor. Doğal olarak, dünyada kobalt ve nikel talebi son 5 yılda %50, lityum talebi %100 artmış. Artan talebe paralel olarak da lityum fiyatları 2021 yazından başlayarak bir buçuk senede neredeyse 5 kat yükselmiş. 2023 yılında piyasa göreceli olarak dengeye gelip, yıl başından beri kademeli olarak fiyatlar düşüşe geçse de hâlâ 2021’nin 2-2,5 kat üzerinde seyretmeye devam ediyor.
AB’yi esas korkutan husus ise bu fiyat artışlarından ziyade kritik minerallerin kaynaklarının birkaç ülkenin elinde olması. Kritik mineral olarak değerlendirilen 18 madenin dünyadaki en büyük üreticileri arasında Çin, Rusya, Brezilya, Güney Afrika, Kongo ve Avustralya bulunuyor. Gördüğünüz gibi, bunlardan sadece Avustralya siyasi açıdan Batı blokunun içinde yer alıyor. Çin ve Rusya ise artık açıkça düşman. Bu arada Kongo başta olmak üzere birçok ülkedeki madenlerin de Çinli şirketlerin elinde olduğunu unutmayalım.
AB’deki yeni düzenleme diyor ki, kritik minerallerin en az %10’unu kendi topraklarımızda üretelim, en az %40’ını ise ham madde olarak ithal etsek bile kendimiz işleyelim. Ayrıca kullandığımız ürünlerin, mesela bataryaların içindeki kritik minerallerin en az %15’ini geri dönüşüme tabi tutalım. Sonuç olarak da hiçbir madende tek bir ülkeden ithalatımız o madendeki tüketimimizin %65’ten fazlasını oluşturmasın. Bu hedeflere bakıldığında Brüksel’in hedefinin olabildiğince kendi kendine yeterli olmak olduğu görülüyor.
AB sonra da diyor ki, ithal edeceğimiz madenleri de “like-minded” ülkelerden alalım. Yani bir ülkeye bağımlı olacaksak, bu ülke bizim gibi düşünen, bizim değer sistemimize bağlı bir ülke olmalı. İşte burası önemli. İngiltere de 2022 yılında “Kritik Madenler Stratejisi” açıklamıştı. O günden beri ABD, Avustralya, Kanada ve Güney Kore ile ortak kritik maden politikası oluşturmak için yüksek düzeyli istişare heyetleri kurmuşlar. Gördüğünüz gibi, daha önce tartıştığımız teknoloji değer zincirlerindeki “friendshoring” akımı kritik madenler için de geçerli. Zaten bu madenler de teknoloji değer zincirlerinin ana unsurlarından.
Madencilikle ilgili bakış açımızı da değiştirmemiz gerekiyor. Küresel hikâye, madenciliğin artık çevreye zararlı değil faydalı bir faaliyet olduğunu gösteriyor. Hidrokarbon temelli enerji tüketiminden uzaklaşma çabaları ve hızla gelişen teknolojiler, bu zihinsel dönüşümün ardında yatan sebeplerden. Tabii, burada sıfır etkiden bahsetmek mümkün değil. Zira madenin çıktığı yerdeki çevresel etkilerle toplam etkileri birbirinden ayırt etmek gerekiyor.
Yukarıdaki fotoğraf, önümüzdeki dönemde sadece üretimde öne çıkmanın yeterli olmayacağını; kurulacak ticari iş birliklerinde dış politikanın da giderek daha fazla önem kazanacağını anlatıyor. Acaba Türkiye, AB’nin kritik mineral ithal etmekte beis görmediği “like-minded” ülkelerden biri olacak mı? Peki, biz kritik maden ihtiyacımızı karşılamak için başka hangi ülkelere başvuracağız? Bu sorulara madencilerin cevap vermesi mümkün değil. Neyse ki, Orta Vadeli Program’da kritik ham maddelerle ilgili stratejik plan hazırlanacağı ilan edildi. Umarım bu paradoksların bazıları da bu strateji hazırlanırken cevap bulur.