AVM’lerin bankalara devri…
AVM’lerin kredi borçlarını ödeme zorlukları nedenli olarak Bankalara geçeceğine ilişkin haberler tekrar gündeme geliyor. Esasen ekonomide yaşanan bazı zorluklara bakınca bu olasılık mantıklı gibi görünüyor. Bir taraftan hiperenflasyon, diğer taraftan resesyon bu durumun kolaylıkla anlaşılabilir olmasını sağlıyor.
Ticaret bakımından değerlendirildiğinde, kredi borcunun ödenememesi, hattâ faizin bile ödenememesi böyle bir sahiplenmeyi kredi veren kuruluş adına makûl geliyor, mantıklı ve kural içi bir davranış olarak yorumlanabiliyor.
Esasen bu yanlış da değil…
Ama bu derece kolay olmamalı. Ekonomi kurallar çerçevesinde yürütülen bir sistem. Hemen net olarak saptananın yerine getirilmesi, bilhassa bu tür ağır sonuçları olan uygulamaların hiç bir konuda olmadığı kadar ivedi bir şekilde gerçekleştirilmesini anlamakta zorlanıyorum.
Matematik olarak bakıldığında ortada bir kredi varsa, bu krediyi alan faiziyle birlikte geri ödemek mecburiyetindedir. Teminatlar da bu durumdaki kayıpların olmamasına ilişkin bir önlem, bir garantidir.
Hiperenflasyonist baskı altında çalışan ekonomilerde hele bir de resesyon endişeleri varsa, hattâ resesyon başlamışsa, ülke ekonomisinde kâr edebilen kurumların başında bankalar gelir. Bu hep böyledir. Özel bankaların 2022 yılı kâr oranları son derece yüksektir.
Şöyle bakalım;
Bir tarafta, fiyat artışlarından en ağır biçimde etkilenen bir sektör olarak Perakendecilik, diğer tarafta da piyasa koşullarında ummadıkları yükseklikteki kârı yakalayan bir sektör, Bankacılık… Koşullara bakıldığında net bir dengesizlik görülüyor. Ama bu durum sürpriz olarak yorumlanamaz.
O halde;
Tarafların bir masada uzlaşmaya niyetli olarak oturması ve çözümü bulmaları beklenmektedir. Perakende sektörünün bu çok önemli ve geniş kapasiteli kısmı olan AVM’lerin batmaları, konkordato ilân etmeleri, kayyum ile yönetilmeleri, bankalara devri esasen çözüm değildir.
Yapılması gereken sulhen çözümü ivedilikle ortaya koymak ve uygulamaktır.
Mevcut ekonomik koşulların ağırlığı, AVM’leri de öncelikli olarak etkilemektedir. Ama bu kredi ödeyememe durumunda işletmeye el koymak yasal hak olsa da, asla çözüm değildir. Bankaların sadece AVM yatırımlarına verdikleri kredileri geri alamamasının yanı sıra, taşıt kredileri, konut kredilerini de geri alamamaktadırlar.
Bankalar; an itibariyle en yüksek kârları elde ettikleri bankacılığın yanı sıra ikinci el araç satışı işine mi girecekler, ya da gayrimenkul satışı işine mi ağırlık verecekler… Böyle bir hazırlıkları var mı, Bankacılık, buna olumlu bakabilir mi? En gerçekçi sorulardan biri bu…
Sadece mikro açıdan bakmak yerine, makroekonomik sonuçlara da katlanmak bu noktada kolay anlaşılabilir olmaktan çıktı. AYD kayıtlarında yer alan sayısal değerleri tekrar tekrar ortaya konması değil, bu değerleri nasıl yaşatabilecekleri daha öncelikli olmalı. Ülkede 477 adet AVM’nin olduğu vs gibi…
AVM’lerin, an itibariyle geldikleri kritik nokta, sadece ticaretin akışına göre değil, yapılan yanlışların bileşkesi olmalarına göre de değerlendirelim. Yıllardır uyarıyoruz; AVM yapılanması bu derece hızlı olmamalı, fizibilite yapılmalı ve fizibilitelerde matematik kullanılmalı, şehirlere dağılım biraz daha homojen gelişmeli, özellikle dekorasyonda tercih edilen lüks derecesi bu kadar maliyetli olmamalı, gibi…
Sorun sadece ekonomi gidişatıyla özdeşleştirilmemeli. Evet, bu çok önemli bir ölçüm ama başkaca sorunların varlığı da dikkate alınmalı.
Bu sorunlar;
- Yüksek kâr elde edileceği umuduyla, kredilerin kısa vadeli alınması,
- Döviz bazında da kredi alınması,
- AVM gelirlerinin %90+ kısmını oluşturan kiraların ABD Doları karşılığı tahsil edilememesi,
- AVM’lerde OAG’lerinin bir türlü düzenlenememesi,
- Volatilitesi yüksek $ ve diğer kurlar,
- Enerji, doğal gaz, arazi kiraları vb ana girdilerin artış hızlarına neredeyse yetişilememesi,
- Kadrolaşma, istihdam sorunları, yönetimsel yetersizlikler, vb…
Defalarca, çeşitli yazılarımda belirttim; AVM açmak da, AVM kapatmak da, AVM devretmek de bu derece kolay olmamalı. Aynı; ilk akla gelenin kapatma, devretme şeklinde olmaması gerektiği gibi…
Çok yüksek kârlılıkla çalışan bankacılık, artık oldukça düşük kârlılıklarla çalışan, ticarî yaşamda kalma mücadelesi veren perakendecilik sektörüne bu defa yardımcı olmasını gerektiriyor. En azından ülke ekonomisine zarar vermemek adına…
Bu meyanda Devlet birimlerinin de adil bir yaklaşımla tarafların içine girdikleri bu sarmaldan, en sağlıklı biçimde çıkabilmeleri için imkân yaratmaları beklentisi de devam etmektedir. Bu, çeşitli vergilerden süreli bir muafiyet olabileceği gibi, ÖTV ve KDV oranlarında perakendedeki satışları artıracak indirim ya da belki bir süreliğine muafiyet getirilmesi de olabilir. Döviz kredisi kullanan AVM’lerin bakiye kredi borçlarının yerli para birimine döndürülmesi veya bu tür kredi kullananların dövizle kira alabilmesine olanak tanınması gibi. Belki kredi faizlerinde bir süre ödemelerin durdurulması, faizlerde indirim vb gibi önlemler de tartışılabilir. Süre uzatımı da olabilir.
Oyun sürerken kural değiştirmek kapsamına giren bu öneriler, ne şekilde yapılırsa yapılsın muhtemelen bankacılık sektörü batmayacaktır. Kârlarında düşme olacaktır, ama bu nedenle hiçbir bankanın batması öngörülmemektedir. Her zaman katkı ve önerilere açık olan bu konuyu hem perakende sektörü hem de bankacılık sektörü bir defa daha, aklıselim ile değerlendirmelidir ki ülke ekonomisi bu derece büyük bir zarara katlanmadan çözüm getirilmiş olsun.