Atatürk’ü seversiniz…
Geçen hafta başında aldığım bir davete, tüm programımı derhal değiştirerek, evet dedim. Aldığım davet, başlangıçta Disney tarafından finanse edilerek Lanistar Medya tarafından yapılan; yönetmenliğini Mehmet Ada Öztekin’in yaptığı “Atatürk 1881 – 1919” isimli yapımın medya gösterimineydi. İlkin, Atatürk muhibi (seveni), medyunu (O’na borçlu), mecnunu bir vatandaş; ikincisi, yıllarca Türk Devrim Tarihi dersi vermiş bir hoca olarak, bu iddialı yapımı merak ediyordum.
Kamuoyu bu yapımdan uzun zamandır haberdardı. Ağustos ayı başında Disney’in ABD’deki Ermeni diasporasının baskısıyla, bu diziyi şirketin dijital yayın platformu Disney+’ta yayınlamaktan vazgeçtiği haberi gündeme düşünce, doğal olarak, tepki de büyük olmuştu. Haziran başında ANCA kısaltmasıyla bilinen Amerikan Ermeni Komitesi dizinin iptal edilmesini istemişti. Görüntüye göre Disney yönetimi de buna boyun eğmişti. Bu tartışmalı süreçte ne oldu; yapımın Disney sonrası bir geleceği var mı, akıbeti ne olacak, bu soruların cevaplarını da bilmek istiyordum.
Ben de eleştirisini dillendirenler arasındaydım. Bizim normal olarak verdiğimiz tepki bir yana, “kapsayıcı kültür”ün temsilcilisi olmayı, şirket kültürü ve değerleri arasında ilan eden bir kuruluş için de çelişkili bir durumdu bu. Zira, kapsayıcı kültür ırk, renk, sosyal cinsiyet veya inançla sınırlı olamazdı. Bunlar da önemli olmakla birlikte, kapsayıcı bir kültür, sadece bu alana kısıtlanamazdı. Her hikâyenin tüm taraflarına görüşlerini seslendirmek için ve değerlerini, kültürlerini, tarihlerini paylaşmaları adına eşit fırsat verilmesini gerektirirdi. Bu bakımdan ANCA’nın baskısına boyun eğmek Disney’in kendini inkarına denk gelirdi.
Ancak, biraz daha derin araştırınca edindiğim bilgiler durumun ilk anda görüldüğü gibi olmadığını gösterir ipuçları içeriyordu. İlkin, Disney’de geçen Kasım ayında bir yönetim değişikliği olmuştu. Finansal performansta meydana gelen bozulmayı durdurmak ve, bir milyar dolarlık Disney şirket hissesi alarak, yönetime müdahil olmak isteyen Nelson Peltz gibi yatırımcıları kontrol altında tutabilmek için, 2020’de emekliye ayrılan CEO Bob Iger tekrar göreve getirilmişti. Iger, şirket genelinde ve, ciddi para ve abone kaybeden Disney+ servisinde, bizdeki ifadeyle, “tasarruf ve tenkisata” gitmeye kara vermişti. Bunun için de Disney’in, özellikle ABD, dışında, Netflix başta, diğer dijital platformlarla rekabette geride kaldığı ülkelerde, içerik üretimi ve alımlarda 3 milyar dolarlık kısıntıya giderken; toplam küresel çalışan adedinin % 3,6’sına denk gelecek şekilde 7.000 kişiyi de işten çıkarıyordu. Böylelikle Covid salgınında temettü dağıtmayı da kesen şirketi tekrar eski performansına döndürmeye çalışıyordu. Öte yandan, üretilen içeriklerin her biri için, sadece üretildiği ülkede değil, bunun ötesinde küresel pazarda yürütülmesi gereken pazarlama faaliyetlerinin çıkardığı masraflar Iger’ın yaklaşımına ters düşüyordu.
Türkiye de Disney’in zor pazarlarından biriydi. Konuştuğum sektör oyuncuları da Disney’in piyasaya geç girdiğini; bu sebeple pazar payını genişletmek adına maliyetleri şişiren agresif bir prodüksiyon stratejisi izlediğini söylüyorlar. Bu tabii sektörün yerli bacağı için iyi bir gelişme ancak, en azından Disney için, en azından şimdilik, söz konusu stratejinin sürdürülebilirliğinin sonuna gelindiği anlaşılıyor. Şunu da belirteyim, Disney’in “Atatürk” yapımının akıbeti konusunda net bir açıklama ile iletişimi yönetmesi mümkünken, olayın bu derece tırmanmasına izin vermesi kuşkuları büyüttü, inandırıcılığı da azalttı. Bu da bir gerçek.
Medya gösteriminde konuştuğumuz, Atatürk’ün yapımcısı Saner Ayar, Disney’in uluslararası içerik üretmekten çekilme kararını teyit etti. Şartların geçen Kasım’dan bu yana dönüşmeye başladığını; ancak, Disney’in dijital platformundan dünyanın neredeyse her yerinde “yerli” yapımları kaldırmak yönündeki kararının Mayıs sonu Haziran başı gibi alındığını; dolayısıyla aslında konunun Ermeni lobisinin baskısıyla bir bağlantısının bulunmadığını; Ermenilerin konuyu sahiplenerek kendilerine mâl etmeye çalıştığını açık yüreklilikle ifade etti. Bu bilgilerin ışığında ortada ANCA tarafında fırsatçı bir işgüzarlık var gibi duruyor.
Saner Ayar’ın anlattığı kadarıyla bu süreçte Disney tüm içerik üreticilerine, yapımlarını, bedeli mukabili, geri alma hakkı tanımış. Ayar’ın sözlerinden sezdiğim, Türkiye’de yapılmış en pahalı prodüksiyon olan “Atatürk”ün haklarını geri almak için ciddi bir fedakârlık yapmışlar. Ancak, yapımcılarının haklarını geri aldığı diğer yapımlardan farklı olarak Disney “Atatürk” özelinde yapımın yeniden kurgulanmış bir versiyonunu 29 Ekim 2023’te FOX kanalında yayınlamak istemiş. Disney yöneticileri bunu özellikle talep etmişler. Zira, yüz yıllık Disney’in bir lobinin baskısıyla bir içeriği yayından kaldırmış duruma düşemeyeceğini; “Atatürk”ü muhakkak kendilerine ait bir platformda yayınlayacaklarını belirtmişler.
Elbette, “Atatürk” yapımı açısından bizim için en önemli mesele, bu dizinin Büyük Atatürk’ü dünyaya tanıtma işlevini görmesi. Zaten, tarihsel olarak Ermeni meselesiyle hiçbir alakası da olmayan Atatürk’e karşı ANCA’nın yaptığı kara propagandanın sebebi de bu; Atatürk’ün dünyada daha fazla insan tarafından tanınmasına, o’nun şahsından Türkiye’ye ve Türklüğe sevgi ve sempatinin artmasına engel olmak. Çünkü bizdeki kimi şuursuzların aksine elin komitacısı Atatürk’ü sevmenin Türkiye’yi, Türklüğü sevmek olduğunu biliyor. Atatürk’e inanmak, Türkiye’nin aydınlık yarınlarına inanmaktır, onlar bunu anlıyor. Saner Ayar’ın filmin gösteriminden önce söylediği gibi: “Atatürk’ü tanırsanız, onu seversiniz.” Başka bir ihtimal yok.
Orijinali, 42 – 45 dakika uzunluğunda toplam 6 bölümlük bir sezon olarak çekilmiş olan “Atatürk 1881 – 1919”, adından da anlaşılabileceği gibi, Mustafa Kemal’in doğumundan Samsun’a yola çıkışına kadar geçen yaşamı kesitinin ayak izlerini takip ediyor. Ancak, şimdiki plan Atatürk’ü iki uzun metraj film olarak beyaz perdeye taşımak. İlk bölüm 3 Kasım 2023, ikinci kısım 5 Ocak 2024’te Hollywood filmlerinin kullandığı dağıtım ve gösterim kanalları kullanılarak ABD dahil 30 ülkede gösterime girecek. Yani öyle birkaç salonda değil, birçok sinemada izleyiciyle buluşacak. Bu bence hayırlı da olmuş. Zira, prodüksiyonu, oyunculuğu, kurgusuyla Atatürk’ün hakkını vermek için kanaatimce onu beyaz perdede seyretmek lazım.
Ayrıca, Lanistar Medya diğer uluslararası dijital platformlarla da görüşüyormuş. Neticede, ilk başta amaçlandığı gibi, “Atatürk 1881 – 1919” dizi kurgusuyla da, tüm dünyada izlenecek biçimde, 2024’te uluslararası dijital platformlarda olacak. Bu son derece heyecan verici ve Atatürk’ü tanımayanlara tanıtmak için de harika bir fırsat. Muhakkak ki uluslararası hakları satın alarak yapımı dünyada yayınlayacak dijital platformun Türkiye’deki itibarı da çok olumlu etkilenecektir. Herhalde, ANCA gibi kuruluşlar bu süreçte de boş durmayacaktır. Ancak, Ayar ve arkadaşları sektörü çok iyi tanıyorlar. Esasen, Ayar benim son dönemde en beğendiğim yapımlar arasında olan ve çok ses getiren “Kulüp” dizisi dahil birçok başarılı yapıma imza atmış, konusuna hâkim, deneyimli bir medya yöneticisi. Neticede, bu işin altından da başarıyla kalkacaklarını düşünüyorum. Bir tüyo daha vereyim. Planlandığı gibi olursa, ki tüm kalbimle dilerim ki öyle olur, bu sezonu “1919 – 1923” ve “1923 – 1938” dönemlerine ait iki sezon daha izleyecek.
Atatürk ile ilgili bir film yapmak gerçekten kolay iş değil. Malum bizimki ruhu karışık bir memleket. Herkesin kendi kafasında bir Atatürk var. Atatürk ile ilgili olarak bugüne kadar yapılmış filmler de büyük ölçüde beklentileri karşılamamıştı. Doğrusu, Atatürk’ü izlemeye giderken bu nedenlerle pek de umutlu değildim. Ancak, çok kaliteli, detay detay işlenmiş; çok iyi oynanmış bir film buldum karşımda. Kanaatimce emeği geçen herkes bir tebriki hakkediyor. 144 dakika boyunca göz pınarımda bir damla gözyaşı, bazense daha fazlasıyla, seyrettim filmi. Birlikte seyrettiğim dostların her biri de istisnasız aynı haldeydi.
Film boyunca aklıma sıklıkla, bence, Atatürk hakkında yazılmış en iyi kitaplardan bir tanesi olan Vamık Volkan ve Norman Itzkowitz’in “Ölümsüz Atatürk” eseri geldi. Bu bilimsel çalışma benim için Mustafa Kemal’i, ATATÜRK olmanın ötesinde, insan olarak tanımak ve daha da çok sevmek imkânı vermesi bakımından önemlidir. “Atatürk 1881 – 1919” da, bir başka biçimde, aynı başarıyı yakalıyor. Mustafa Kemal’i "olmuş”, dünyaya vatan kurtarmaya gelmiş, adeta “Atatürk” olarak doğmuş bir kahraman olmaktan çıkarıp, olgunlaşmasını, gelişmesini, deneyimden deneyime büyümesini gösteriyor. Kendi travmalarını, tarihinin belki de en zor zamanından geçen, yok olmanın eşiğindeki, bir ulusun travmalarını onararak alt eden yetim bir çocuğun hikâyesi, sahneden sahneye bir büyük liderin oluşum öyküsünün şahitliğine dönüşüyor. Aras Bulut İynemli hakikaten çok başarılı. Özel anlarında Mustafa Kemal’in aksanının nasıl Makedonyalı ağzına döndüğüne kadar görüyorsunuz. Mehmet Günsur, Ali Rıza Beyi, Mustafa Kemal’in yedi yaş gibi kritik bir eşikte kaybettiği, ancak onun formasyonuna şekil veren en önemli aktör olan babasını tam da olması gerektiği gibi oynuyor. Gerçekten de Ali Rıza Bey’in Mustafa’nın hayatında var olduğu o kısacık süre kadar kalıyor kamera önünde ve seyirciye o kısa zamanda oluşmuş kalıcı etkiyi büyük bir başarıyla aktarıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu arasındaki yoldaşlık ilişkilerini, daha önemlisi bu insanların yaptıkları zor seçimleri, capcanlı önünüze sunuyor. Atatürk’ün derin bir teessürle; “Mustafa Kemal Selanik…ama Selanik yok artık”, “tek kurşun atmadan düşmana teslim edildi”, derken çektiği acıyı görünce, bu kadronun doğdukları, vatan bildikleri topraklardan nasıl bir fedakarlıkla, acıyla ama ne büyük bir gerçekçilik ve vizyonla, bağırlarına taş basarak, vazgeçmek zorunda kaldıklarını anlıyorsunuz. İçiniz sızlıyor… Bulgaristan’da yeniçeri kıyafetiyle baloya gitmesinin sembolizmini, aslında Osmanlı adına ne büyük bir isyanın kuvveti mesajını verdiğini görüyorsunuz.
Ancak, yapım tüm bunların arasında, mübalağalı duygu sömürüsüne girmemeyi, bu büyük adamın hikayesini ucuz duygusallıktan uzak kalarak anlatmayı da beceriyor. Yönetmen Mehmet Ada Öztekin’in dediği gibi, bu elbette bu bir belgesel değil, bir drama. Kurgu içeriyor. Ancak kurgu aklı başında biçimde yapılmış. Üzerine kafa yorulmuş. Son dönem tarih dizilerinde yaygın, kimilerinin mitlere duydukları ihtiyacı karşılamak için uydurulan; anlamsız, hayalperest, gerçek dışı, abartılı, aslında özgüvensiz ve gereksiz dramatizasyon unsurları yok. Hakiki ve hakikaten gurur duyulacak gerçek hikâyeyi anlatılıyor.
Bence gidilmesi, görülmesi gereken bir yapım var ortada. Gidin ve Atatürk’ü bir daha tanıyın. Zira onu ne kadar bilirseniz bilin, tanıdıkça daha çok, pek çok seviyorsunuz…