Asimetrik bilgi ve melez demokrasi
Gelişmiş ülkeler artan enflasyonist baskıyı ortadan kaldırmanın derdinde. Bazı ülkeler uygulanan iktisat politikası nedeni ile daha çok yoksullaşma riski altında olan halk için önlemler de almaya çalışıyorlar. Bunun için bazı ülkeler enerji fiyatlarında sübvansiyona gitmekte, bazıları da daha radikal kararlar alıp (Almanya, Fransa gibi) enerjide kamulaştırmaya gitmeye başladılar. Bu ülkeler yüzde 10’lara ulaşan enflasyon ile mücadelede parasal sıkılaştırmaya giderken bir taraftan da halkın temel ihtiyaçlarını sağlamada zorluk içine düşmemesi için kalıcı önlemler alıyorlar. Tüm bu önlemleri alırken hükümetler yapılan eleştirileri de göğüslemekte. Eleştiri yapan akademisyenleri, gazetecileri ya da sıradan halkı engellemek için yasal düzenlemelere gitmiyorlar, hatta akıllarından geçiren bile olmadı. Üstelik bu süreçte Almanya, İtalya ve İsveç’te hükümetler değişti, son iki ülkede sağcı partiler iktidara geldi.
Gelişmiş ülkelerin hükümetleri neden böyle bir yolu seçiyorlar? Elbette geçmişten gelen bir demokrasi geleneği, sistemi koruyan en önemli kalkan, sert çekirdek. Bir başka nokta ise ekonomideki sorunları aşmada demokrasinin, şeffaf yönetimlerin önemli bir avantaj olduğunu bilmeleri. Bu kabul elbette yaşanan daha önceki krizlerle elde edilmiş bir deneyimin eseri.
Ekonomide tarafların yani hanehalkı, özel sektör ve kamunun bilgi paylaşımındaki şeffaflığı, kamunun asimetrik bilgiyi engelleme yönündeki düzenlemeleri herhangi bir piyasada yanlış yapılmasını en aza indirgemekte. Bu yapılanmanın ne kadar önemli olduğunu Akerlof elli yıl önce yayınlanan ve halen de okunan makalesinde yazmıştı. George A. Akerlof, 1970 yılında yazdığı “The Market for "Lemons": Quality Uncertainty and the Market Mechanism” (Quarterly Journal of Economics, Vol. 84, No. 3, Aug., 1970) başlıklı makalede asimetrik bilginin (malumatın) piyasada fiyatları nasıl yükselttiğini ve ters seçime (düşük fiyattan alınması gereken malı yüksek fiyattan almak gibi) ve ahlaki çöküntüye neden olduğunu anlattı. Bunu yaparken de kullanılmış otomobil (lemons) sektörünü baz aldı. Akerlof’un bu analizi daha sonra başta bankacılık ve sigortacılık olmak üzere birçok sektöre uygulandı. Buradan yola çıkarak 1990’lardan itibaren birçok ülkede uygulanan “enflasyon hedeflemesi” yani kurala dayalı para politikasında iki vazgeçilmez kural koydular: Merkez Bankası bağımsızlığı ve merkez bankasının uyguladığı para politikasının şeffaf olması.
Nitekim enflasyon hedeflemesini çıpa kabul eden para politikasında bu kurallara bağlı kalan ülkeler fiyat istikrarını sağlamada başarılı oldular. Tabii biz bunu yazdıktan sonra neden bu ülkelerde şimdi enflasyon çift haneyi gördü diye bir soru sorabilirsiniz. Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan enflasyonun altında arz sorunu ilk sırada. Küreselleşme ile birlikte tedarik zinciri uluslararasılaşması, yani tedarikçi ülkelerde yaşanan üretim sorunun tüm dünyaya satılması ile oldu. Bu çipten başladı, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile enerji ile devam etti. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkeler bu sorunu uzun döneme yaymadan çözebilecek güce sahipler. Yani Türkiye gibi 40 yıl yüksek enflasyon ile yaşamazlar.
Türkiye son yıllarda ekonomiye yönelik iktisat politikalarında diğer ülkelerden ayrıştı. Enflasyon hedeflemesi terk edildi. TCMB’nin bağımsızlığı sona erdirildi. Hızla şeffaf toplum olma yönündeki çabalardan vazgeçti. Bunun bedelini yüksek enflasyon, artan döviz kurları, ülkeden sermaye çıkışı ve doğrudan yabancı sermaye girişinin durması ile ödedi. Artık tersine bir politika uygulanır umudunu taşırken, dün onaylanan “sosyal medya”, “sansür” yasası ile melez demokrasiden otoriter sisteme doğru biraz daha yaklaştık. Yapılan düzenleme sadece ülkemizin yurttaşlarını yaşamlarını ve bunun bir parçası olan özgürlüklerini olumsuz yönde etkilemeyecek, olası doğrudan yatırımlarını portföy yatırımlarını da olumsuz etkileyecek yani ekonomi biraz daha aşağıya doğru ivme kazanacak.
Üzücü olan ise iktidar bunu yaparken muhalefetin de farklı bir kafa yapısında olmaması, din temelli siyasal sistem için her türlü taviz vermede yarış içinde olmaları. Bu çabalar uzun dönemde elbette yadsınacak. Ancak ülke zaman kaybedecek. İran bunun en güzel örneği. Bu partilerden birisine egemen olanlar helalleşmeye ön ayak olurken D. Hume, J.S. Mill, Jean-Jacques Rousseau, J. M. Keynes (hiç olmazsa Genel Teori’nin 24. Bölümünü), T. Piketty, David Runciman, Daren Acemoğlu’nu en önemlisi de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Nutuk kitabını okusalardı. Diğerleri için yorum yapmaya bile gerek yok. Orhan Hançerlioğlu’nun yıllar önce İnanç Sözlüğü kitabında yazdığı gibi “bilginin bittiği yerde inanç başlar”.
“Siyasal özgürlüğün” aynı zamanda ekonomi için de bir teminat olduğunu ülkemin halkının farkında olacağı günlere.
Okuma Önerisi: David Runciman, Özgüven Tuzağı.