Asıl risk jeo-politik
Merkez Bankası’nın ortodoks politikalara geri dönmesi sonucunda kurlarda ve dolayısıyla da ekonomide göreceli bir stabilite kazanıldığı muhakkak. Bu durumun ne kadar devam edebilir olduğu ise analistlerin de sık sık sorguladığı bir durum. Pek çok yazımda da sıkı para politikasının ekonomide yaratacağı soğumanın siyaseten ne kadar taşınabileceğine vurgu yapmışlığım var. Ancak bu nihayetinde siyasi iktidarın kendi takdirinde olan ve gerekirse bir erken seçimle sonuçlanabilecek bir durum. (Pek tabii ki, ülkenin yeniden bir seçim ortamına girmesi ekonomik gidişat açısından hiç de hayırlı olmayacaktır, o da başka.) Öte yandan, Türkiye’nin çift paralı bir ekonomi olması nedeniyle geçmişte kurlarda oluşan stabilitenin ekonomik aktiviteye çoğu zaman pozitif yönde etki yaptığını da gördük. (Kur artışı ile GSYH oranı arasında güçlü bir negatif ilişki söz konusu. Herhalde yabancı kuruluşların Türkiye’nin 2021’de yüzde 4-5 büyüyeceği şeklindeki tahminlerinin arkasında da bu öngörü yatmakta. Yoksa normal şartlarda herhangi bir ekonomide bu yükseklikteki reel faizlerle ve pandemi kısıtlamaları devam ederken böyle bir büyüme oranı zor.)
Hal böyle iken, ekonominin salt para politikası ile çözülemeyecek bazı temel sorunları olduğu da bir kısım yorumcu tarafından defaatle ifade edilmekte. Bu sorunların bir kısmını ve bunlarla ilgili kendi görüşlerimi özetlersem:
Cari Açık – 2020’de 38,5 milyar dolar civarında oluşacak cari açık milli gelirin yüzde 5’ini aşan bir büyüklüğe ulaştı. Bu durumda turizm gelirlerindeki büyük düşüşün tabii ki önemli bir etkisi var. (Nitekim 20 milyar dolar gibi bir net kayıp söz konusu.) Ancak COVID-19’un turizmi kötü vuracağı geçen sene Mart’ta belli olmuştu. Bunu bilerek ekonominin aşırı ısıtılması ve bu süreçte anormal miktarda döviz rezervi harcanması ciddi bir politika hatasıydı. Ancak, bugünden geleceğe baktığımızda aynı oranlarda bir cari açık fiilen mümkün gözükmüyor. Kısaca, yüksek cari açık ciddi bir sorun, ama bugünün sorunu değil.
Bankaların batık krediler portföyü – Kasım itibarıyle bankacılığın takipteki alacakları 150 milyar TL. Ayrılan karşılıklar ise bundan fazla: 197 milyar TL. Tartışma konusu olan ise 360 milyar TL’yi geçmiş olan “yakın izlemedeki krediler”. Karşılık ayırma şartlarının gevşetilmesiyle aslında takipteki alacaklara alınması gereken pek çok kredinin yakın izlemede olduğu iddia ediliyor. Bu verinin kamu-özel banka ayrımındaki kırılımını bilmiyorum. Ancak ağırlıklı olarak kamu bankaları olması muhtemel. Bunlar da ara ara yapılacak sermaye enjeksiyonları ile yüzdürüleceklerdir. Özel bankalarda ise ekonomik stabilitede devamlılık sağlanabilirse artan kârlılık ile birlikte bu problem 2-3 senelik bir vadede çözülebilir.
Yüksek işsizlik – Bu durumun Türkiye’nin kanayan yarası olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Ancak, “işsizlik” bir neden değil, sonuçtur. Ekonominin potansiyelinin altında ve düşük verimlilikle çalışmasının bir sonucu. Ekonomi politikaları ise doğrudan işsizliği azaltmak üzerine inşa edilmezler. Aksi takdirde, eski Sovyet rejimleri gibi herkese bir iş bulunur ve işsizlik sıfırlanırdı. Diyeceğim, her ay yayınlanan işgücü rakamlarını analiz edip “gerçek” işsizlik oranını bulmanın pek bir faydası yok.
Diğer gündemdeki tartışmalı konulardan Merkez Bankası rezervlerine, dolarizasyona, dış borçlara ve yapısal reformlara yer kalmadı. Bunları bir başka yazımda etraflıca açarım ama burada kısaca şöyle ifade edeyim: Hayatta pek çok şeyde olduğu gibi ekonomi de bir “stok” değil, “akım” oyunudur. Siz akımı pozitife çevirirseniz, oyunu da devam ettirebilirsiniz. (Akımın pozitife çevrilmesi için de beklentilerin pozitife çevrilmesi gerekir. Dünyada COVID-19 ölümleri rekor üstüne rekor kırarken piyasaların COVID- 19 sonrasını fiyatlayarak yükselmesi buna iyi bir örnek.)
Kusura bakmayın, başlığı okuyanlar jeo-politik bir analiz beklemiş olabilirler. Hayır, kısaca şunu söylemek istedim: Türkiye ekonomisi ile ilgili var olan sorunların pek çoğu şu ya da bu şekilde aşılabilir. Ancak, bugünlerde jeo-politik açıdan girilecek bir darboğazdan çıkmak çok zor olur. (Jeo-politikten kastım da tabii ki özellikle Batı ile olan ilişkiler.)