Asgari ücret

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU

Ocak 2025’ten itibaren geçerli olacak asgari ücretin belirleneceği toplantıların başlamasına fazla kalmadı. Temel tartışma, elbette, asgari ücretin ne oranda yükseltileceği. 2025 sonu için hedeflenen enflasyon oranına (tekrar değiştirilmezse yüzde 17,5) yakın bir düzeyde mi artırılmalı yoksa 2024 yılında gerçekleşen enflasyon oranı kadar mı? 

Türkiye’de çalışanların önemli bir kısmı asgari ücret kazanıyor. Ortalama ücret asgari ücrete yakınsamış vaziyette. Muhtemelen asgari ücretin altında ücret alanlar da var. Emekliler bu yazının konusu değil ama onların da önemli bir kısmı asgari ücretin oldukça altında kalan bir emekli maaşı alıyorlar.

Öte yandan Türkiye’de enflasyonu düşürme programı uygulanıyor. Ücret de bir maliyet unsuru. Ücret artışı maliyetleri yükseltiyor; fiyat artışlarının (enflasyonun) en önemli belirleyicisi değil ama sonuçta şu ya da bu ölçüde etkiliyor enflasyonu. Ücret artışlarının geçmiş enflasyona göre ayarlanması demek geçmiş enflasyonun –ücret artışlarının maliyet artışlarına yol açtığı ölçüde- 2025 yılına taşınması demek. Oysa 2024 sonunda yüzde 45’e yakın bir düzeyde oluşması beklenen enflasyon yüzde 17,5’e düşürülmek isteniliyor. Bu nedenle, ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası ücret artışlarının geçmiş enflasyona göre değil de 2025 sonunda hedeflenen enflasyona uygun bir düzeyde artırılmasını istiyor.

Geçmişte uygulanan ve yüksek enflasyonu keskin biçimde düşüren ekonomi programları var. 1980’lerde İsrail (1985) ve Meksika (1987). Ücret artışları hedeflenen enflasyona göre belirleniyor. Ama sadece ücret artışları değil; işverenler de ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını hedef alınan enflasyona göre belirliyorlar. Keza, devlet de fiyatlarını kontrol ettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarını hedeflenen enflasyona uygun düzeyde artırıyor. Merkez bankası da kur artışını aynı şekilde saptıyor. Dolayısıyla, bu tür programların temelinde geniş bir toplumsal uzlaşma var. Her iki ülkede de yüzde 300’ü aşan enflasyonlar birkaç ayda yüzde 15’ler düzeyine iniyor. Bu programlarda yine sıkı maliye ve para politikası (ortodoks politika) var ama bir de sözünü ettiğim anlaşmalar (gelirler politikası) var. Bu nedenle bu tür istikrar programlarına heterodoks istikrar programları adı veriliyor.

Şimdi Türkiye’ye dönelim. Nasıl bir ekonomi programı uygulanıyor? Oldukça eksik bir program. Temelinde sıkı para politikası (faiz artışı) ve bir ölçüde de bütçe açığını kontrol altına almaya çalışan bir maliye politikası var. Yüksek gelir gruplarına yönelik vergi artışı var mı? Yok. ‘Nerden buldun’ yasası var mı? Yok. Kamu ve Özel İşbirliği projelerinde verilen gelir garantilerinin (dolayısıyla projelerin yapılabilirlik raporlarının ve ihalelerinin) gözden geçirilmesi var mı? Yok. İşverenlerin ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını hedeflenen enflasyona göre artırmalarını sağlayacak bir anlaşma ve bunu kontrol edecek bir mekanizma var mı? Yok. O zaman neden sadece çalışanlardan fedakârlık bekleniyor?

Durun, daha bitmedi. Yukarıda sorduğum bütün sorulara ‘var’ şeklinde cevap verebilseydik bile asgari ücreti hedeflenen enflasyona göre yükseltmek yine hakkaniyetli olmazdı. Neden? Nedeni açık: Asgari ücret dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırının altında (unutmayın ezici çoğunluk asgari ücret kazanıyor). Ailede iki kişi çalışsa bile, ailenin geliri yoksulluk sınırının yarısının ancak azıcık yukarısında kalıyor. Çalışanlardan nasıl fedakârlık istenilecek? Bunun yerine yüzleri önce işverenlere dönmek gerekiyor: Daha düşük kâr oranlarıyla çalışmaya onları nasıl ikna edeceğiz? TOBB ve TÜSİAD gibi kurumlar bunu sağlamak üzere nasıl bir kontrol mekanizması tasarlayıp uygulamaya koyacaklar? Kolay bir iş değil ama günümüzde imkânsız bir iş de değil;  anında çok sayıda veriyi toplayıp işleyebilme kapasitesi mevcut. Devlet, doğalgaz, elektrik, benzin ve motorin gibi ürünlerin fiyat artışlarını hedeflenen enflasyona göre ayarlayabilecek mi? Soruları çoğaltmak mümkün ama gerek yok.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Verimlilik yazıları 15 Ekim 2024