Aşağıda artçı, yukarıda öncü mü?

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

Uzmanlar altını çize çize artçı depremlerin üç beş ay daha devam edeceğini söylüyor. Bundan kaçış yok. Ama adeta elbirliğiyle yukarıda da başka sarsıntılar yaratıyoruz. Toplumdaki fay hattı gerildikçe geriliyor. Bundan her türlü zarar görürüz. En başta ekonomik yönden. Hafta sonu açıklanacak enflasyon verisi en öncü gösterge olacak gibi. Bugün ilan edilecek son çeyrek büyümesinde depremin etkisi tabii ki yok ama ilk çeyrek verisiyle birlikte 2023’e deprem damga vuracak. 

Bütün bu hengame içinde dilimizden düşürmediğimiz bir laf var:

“Her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde...” 

Klişe ve içini el birliğiyle boşalttığımız bir laf! Hem birlik ve beraberliğe ihtiyaç duymakla, onu sergileyebilmek apayrı kavramlar.

Depremle bire bir hiçbir bağı olmayan insanların bir kısmı evinde üzüntüden gözyaşı döküyor; bir kısmı yaşanan göçten kiralık evine zam yaparak, bir kısmı taşıma ücretlerini artırarak yararlanmaya çalışıyor. Bu mu birlik ve beraberlik sergilemek!

Ama diğer yanda gayet normal sayılması gereken bazı görüş ayrılıkları anlamsız bir boyuta getirilip toplumun fay hattı iyice geriliyor. 

Bakın bölgedeki gözlemler ortaya koyuyor ki depremin ilk 48 saati kurtarma anlamında neredeyse hiçbir şey yapılamadı. Varsayın ki deprem bölgesi çok geniş olduğu için yapılamadı; ama yapılamadı. Bölgeye birilerinin; yani askerin, kurtarma ekiplerinin ulaşmış olması başka, onların kurtarma faaliyetine girişebilmesi, bunun için gerekli donanıma sahip olması başka; kavramlar karışmasın. Hiç olmazsa bunu kabul etmek gerekmez mi? 

Yok hayır! Birileri illa her şeyin eksiksiz yapıldığını söyleyecek. 

Hadi bunu söyleyenler siyaseten söylüyor. İyi de televizyonlarda kendini adeta yerden yere atarak yakınlarının enkaz altında kurtarılmak için feryat ede ede öldüğünü haykıranlar yalan mı söylüyor, rol mü yapıyor, insan bunu hiç düşünmez mi!

Diğer yandan asker bölgeye geç intikal ettirildi diyenler neredeyse hain ilan ediliyor. Peki itibar etmeyin bu eleştirilere; ama gidin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ilk açıklamasını dinleyin. Bakın bakalım ilk etapta kaç asker sevk edilmiş deprem bölgelerine. Ben söyleyeyim; 3 bin 500! İsterse depremden beş dakika sonra olsun; sayı 3 bin 500! Yeterli diyorsanız, sorun yok!

“Ama 1999’da da şöyle olmuştu!”

Eski defterleri karıştırmayı pek severiz. Deprem bölgesine yardımların geç ulaştığı, bir dizi aksaklık olduğu dile getirildi mi söylenen hemen şu oluyor:

“1999 depreminde de bir sürü aksaklık yaşandı!”

Bir; o dönem iktidarda olan hükümet bir yıllık bile değildi, daha Türkiye’nin sorunlarına bile tam hakim olamamıştı.

İki; Türkiye yakın tarihte öyle büyük bir deprem yaşamamıştı ve hazırlık yoktu.

Üç ve en önemlisi; hadi diyelim o depremde de her tür önlem çok gecikti, her şey eksik yapıldı. Unutulmasın; "Kötü örnek, örnek olmaz” diye bir söz var. 

Önümüzde böylesine bir felaket örneği varken ve son depreme ilişkin çok yeni araştırmalar ve uyarılar yapılmışken deprem öncesi bu konuda hangi adımların atıldığını hiç sorgulamaz mı insan! 

Hadi bunlar yaşandı; eksik, fazla bir şeyler yapıldı, yapılıyor. Ya İstanbul, ne yapılıyor?

ÇADIRIN ALTINDA KALMAK BÖYLE OLUR!

Deprem bölgesine göndermek amacıyla çadır arayan Ahbap’ın Kızılay’dan çadır satın aldığını tüm Türkiye meslektaşım Murat Ağırel’in haberi sayesinde öğrendi. Herkese “Yok artık” dedirten bir durumdu bu.

Ahbap belli ki okları daha da üstüne çekmemek için bunun normal olduğu yolunda açıklamalar yaptı ya da yapmak durumunda kaldı. 

Kızılay’a göre ise bu gayet normaldi zaten. Hem satışı yapan Kızılay değildi ki, Kızılay’ın iştirakiydi. Doğru, kağıt üstünde öyle. Satışı Kızılay Çadır&Tekstil yapmış. Peki Kızılay’ın iştiraki olan bu kuruluşun web sayfasında ne yazıyor:

“Kızılay Çadır&Tekstil; çadır, kişisel koruyucu ekipman ve tekstil alanında ihtiyaç duyulan ürünleri en üst kalite standartlarında ve yenilikçi bir bakış açısıyla üreterek, en hızlı şekilde çözümler sunar. Kızılay Çadır&Tekstil, bir Kızılay Yatırım iştirakidir. Çadır ve tekstil faaliyetlerinden elde edilen gelirlerin tamamı Kızılay’a aktarılır ve insani yardım faaliyetlerinde kullanılır.”

Bu çadırların deprem olur olmaz niye Kızılay tarafından bölgeye ulaştırılmadığı ve deprem için talep edildiği apaçık ortadayken niye satışa konu olduğu sorgulanmasın mı yani?   

Ya da Ahbap bunu satın almasaydı o çadırlar depoda tutulacak veya başka bir alıcı çıkması mı beklenecekti? 

Düşünebiliyor musunuz, depolardaki çadırların satışı için görüşmeler yapılırken deprem bölgesindeki insanlar soğuktan tir tir titriyor.

Neymiş, bu normal bir uygulamaymış!

TRİBÜNLER, KULÜPLER; DEVLETLE HÜKÜMETİ AYIRT EDEMEYENLER!

Birine “İşini iyi yapmıyorsun, bırak git, istifa et” demek ne zamandan beri suç oldu! Sadece söylemek hem de...

Düşünün, hepimiz hayatımızın bir anında birilerine bunu söylemişizdir.

Doktorlara bunu dedik, demekle kalmadık dövdük!

Öğretmenlere bunu söyledik.

Memurlara her gün söylüyoruz, boş boş oturuyorlar diyoruz.

Milletvekilleri payını her gün alıyor.

Pek yüksek sesle olmasa da polise de söylüyoruz, hakime de, savcıya da.

Peki bunu hükümete söyleyince niye suç oluyor?

Kaldı ki “İstifa et” demek, görevden almaktan daha ılımlı bir yaklaşım.

Gün gelir sandıkta görevden alma eylemi söz konusu olabilir. 

“İstifa” lafına böylesine alınganlık gösteriliyorsa görevden almaya karşı ne düşünülür acaba?

Sorun bunun topluca, maçlarda tribünlerde dile getirilmesi mi, herhalde.

Bazı maçlarda bu yaşandı, seyirci hükümeti istifaya çağırdı. İyi de orada kulüpler değildi seyirciyi harekete geçiren, zaten yapamazlar bunu. Peki diğer bazı kulüpler niye durumdan vazife çıkarıp savunmaya geçti; “Devletimizin yanındayız” diye?

Kaldı ki tribünlerden yükselen ses “Hükümet istifa” diyor. “Devletimizin yanındayız” diyen kulüpler belli ki devlet ile hükümeti aynı kurumlar sanıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar