Artık hedef Ankara ve İstanbul’u geri almak
14 Mayıs, ardından 28 Mayıs ve bir seçim daha geride kaldı. Ama bizde seçim bitmez... 2023-2024 seçim sürecinde ilk basamak geride kaldı yalnızca. Süreç devam ediyor. Şimdi sırada Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler var.
28 Mayıs seçiminden galip çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan bunun işaretini ilk konuşmasında verdi zaten. Artık hedef yerel seçim ve yerel seçimde de belli ki tüm ağırlık 2019’da kaybedilen Ankara ve İstanbul’u geri almaya verilecek. Adeta Cumhurbaşkanlığı seçimi taçlandırılmak, kaybedilen iki önemli kale yeniden fethedilmek istenecek.
Siyaseten böyle bir amaçla yola çıkılmış olmasında şaşılacak bir yön tabii ki yok. Hangi siyasi parti olursa olsun böylesine iki büyük kentin belediye başkanlığını kazanmak isteyecektir. Hele hele bu kentleri çeyrek yüzyıl yönettikten sonra kaybedip yeniden kazanmak büyük bir başarı olarak görülecektir.
İşte 2023-2024 seçim sürecinin ilk ayağının hem Meclis çoğunluğunu, hem Cumhurbaşkanlığını alarak başarılı bir şekilde aşılması yerel seçim için iktidar partisine büyük umut vermiştir. Bu başarıdan güç alınarak yerel seçime odaklanılacak olması da önümüzdeki dönemin ekonomi politikasının temel belirleyicisi olacaktır.
Her ne kadar başta enflasyon olmak üzere ekonomik koşullardaki zorluk seçmen davranışları üstünde belirleyici olmuyorsa da yerel seçime kadarki süreçte ekonomik durumun daha da kötüye gitmemesi için elden gelenin yapılacağı açıktır.
Nasıl bir politika?
Yeni vergiler üstünde çalışıldığını dün bu köşede yazdım. Bu vergiler doğrudan vatandaşa dokunmayacak ya da az dokunacak vergilerdir.
Bir kere şirketler için düşünülen aktif vergisinin kuşkusuz vatandaşla doğrudan bir ilgisi yoktur. Bu vergi şirketlerin durumunu etkiler ve vatandaşa dolaylı bir yansıma elbette olur ama bir ÖTV, bir KDV artışı gibi etki doğurmaz.
Motorlu taşıtlar ve emlak vergilerinde düşünülen yeni düzenleme de daha çok ikinci ve sonraki araç ve gayrimenkuller için öngörüldüğünden bunların da vatandaşı etkilemesi sınırlı kalacaktır.
Bunlar yurt içinde kaynak yaratmaya dönük politikalar...
Asıl ihtiyaç duyulan tabii ki yabancı kaynak... Bunu nereden ve nasıl bulacağız, önemli olan bu.
Türkiye’nin taze döviz bulması gerekiyor. Körfez ülkelerinden ya da Rusya’dan gelen döviz veya Rusya’nın alacaklarını ötelemesi bir yere kadar çare olabiliyor; Merkez Bankası’nın elinin bollaşması gerek. Bunun yolu da Körfez ya da Rusya dışından döviz bulunmasından geçiyor.
İyi de bu nasıl olacak? Ne yapacağız da son yılların klasikleşen kaynakları dışında başka kaynaklardan döviz bulabileceğiz.
Para politikasında değişiklik mi?
Döviz girişi sağlayabilmek adına para politikasında çok keskin olmasa da bir değişiklik görmek şaşırtıcı değil. Kaynak sağlamanın başka yolu da pek görünmüyor.
Para politikasında dönüş illa politika faizi olarak bilinen haftalık repo ihale faizinin yükseltilmesiyle olmaz. Merkez Bankası bir dönem haftalık repo ihale faizini tümüyle bir kenara bırakmış ve fonlamayı fiilen daha yüksek faiz uyguladığı başka kanallardan yapmıştı.
Şu an Merkez Bankası'nın üç fonlama kanalı var.
Gecelik, geç likidite penceresi ve haftalık repo.
Politika faizi olarak bilinen haftalık repo ihale faizi halen yüzde 8.50.
Gecelik fonlamada mevcut durumda borç alma faizi yüzde 7, borç verme faizi ise yüzde 10 düzeyinde.
Bir diğer kanal ise geç likidite penceresi. Merkez Bankası bu kanalla borç alırken faiz vermiyor, borç verdiğinde uyguladığı faiz ise yüzde 13.
Gecelik ile geç likidite penceresi uygulamasını Naci Ağbal Merkez Bankası Başkanlığı görevini üstlenince 2020’nin kasım ayında sona erdirmişti.
Bu kanallar şimdi yeniden açılabilir ve görünür faiz yüzde 8.50’de sabit kalmak kaydıyla fiili faiz daha yukarı çekilmiş olur.
Bu bir olasılık olarak ortada duruyor. “Faiz artırmadık ki” diyerek faiz artırmanın yolu...
Döviz dün "Ben buradayım" dedi. Oysa şimdiye kadar olduğu gibi yerel seçime kadar da en istenmeyecek gelişme kur artışı. Geride bıraktığımız mayıs seçimlerinden önce geçen yılın ağustosundan beri dövizi tutmak için neler yapıldığını hatırlayalım. Tüm amaç kurun bu mayısa kadar hızla artmasını önlemekti.
Enflasyonun yükselmesi bile ikinci planda. Çünkü Türk halkının ekonominin iyiye mi, yoksa kötüye mi gittiğine ilişkin temel değerlendirme kriteri dövizin düzeyi.
Dolayısıyla dövizin kontrol dışı bir artış göstermemesini sağlamak adına gerekirse yukarıda anlattığım gibi dolaylı, gerekirse doğrudan faiz artışına bile gidilir. Yeter ki döviz artmasın, yeter ki ekonomik gidişat bozuluyor algısı doğmasın.