Arkadaşım Selim
Ah Selim...
Geçtiğimiz yılın son günlerinde bir kez daha buluşmuştuk Moda’da, o çok sevdiğimiz Koço’da… Bana anlatacakların vardı; geçirdiğin bütün rahatsızlıklara rağmen gözlerinin ışıltısı hiç eksilmemişti. Hatta bu kez daha da parlıyorlardı; yayınevinden, yeni kitabından, yaptığın resimlerden konuşmuş, 48 yılın dostluğuyla edebiyat dünyasının altını üstüne getirmiştik! Yeni yılın ilk günlerinde yeniden buluşmak için sözleşmiştik. Bu kez, yine anılarımızdaki bir mekâna, Yedikule’de Safa’ya gidecektik…
Bugün, akşamın ilk saatlerinde acı haber geldi…
Gözlerimi kapattım, derin bir soluk almaya çalıştım; Dünya Gazetesi'nin kapısından girdiğim, 48 yıl öncesindeki o genç ve heyecanlı halim belirdi gözümde. Sirkeci'nin kalabalığında, Cağaloğlu yokuşuna tırmanırken, sağa döndüğümde girdiğim daracık Narlıbahçe Sokak'taki gazete binası, hayatımın dönüm noktalarından biriydi. Orada seninle, gazetenin başyazarı da olan Attilâ İlhan'la, edebiyatın büyülü dünyasıyla tanıştım. Hayatımda yakın hissettiğim birkaç insandan biri oldun. Senin için hazırladığım kitaba “Arkadaşım Selim” adını vermeyi önererek dostluğumuzun o kitapla sonsuza dek yaşamasını sağladın…
Hukuk Fakültesi'nin ilk yılıydı. Cumhuriyet Gazetesi'nin ardından Dünya Gazetesi'nde bulmuştum kendimi. Annemin ve dayımın kitap sevgisi bana da geçmişti, kitaplarla büyümüştüm. Senin yönettiğin sanat sayfası, her gün heyecanla beklediğim bir ziyafet gibiydi. 'Ortalık' köşende yazdıkların, kültür ve sanat dünyasına açılan bir pencereydi benim için. Orada sadece kültür-sanat olaylarını değil, aynı zamanda toplumsal ve politik meseleleri de kendine has üslubunla yorumlardın. O zamanlar genç bir üniversite öğrencisi olarak, senin toplumcu bakış açından çok etkilendiğimi ifade etmeliyim.
Yazıişlerinde öğrenci sıraları gibi dizilmiş masalarda çalışıyorduk, senin masan hemen solumdaydı. O zamanlar yeni çıkan romanın "Her Gece Bodrum"u okuyor, her satırına hayran kalıyordum. Toplumun çelişkileri, bastırılmış duygular, yasak aşklar, hepsi o kadar etkileyiciydi ki... O romanda, sadece bireysel hikâyeleri değil, aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal panoramasını da çiziyordun. Bodrum’un o renkli, canlı ve bir o kadar da çelişkilerle dolu atmosferinde, farklı sosyal sınıflardan karakterlerin hayatlarını ustalıkla anlatıyordun. Senin eserlerinde hep bu vardı; derin bir gözlem gücü, toplumsal eleştiri ve karakterlerin iç dünyalarına nüfuz eden o eşsiz anlatım.
“Cumartesi Yalnızlığı”nda ise kent insanının yalnızlığını, yabancılaşmasını ve modern hayatın getirdiği bunalımları öyle bir anlatıyordun ki, sanki kendi ruhumun derinliklerinde bir yolculuğa çıkıyordum. Bu romanların dışında, deneme ve eleştiri yazılarınla da Türk edebiyatına büyük katkılar sağladın. Senin sayende ben ve benim gibi birçok genç, edebiyatın sadece bir kaçış alanı değil, aynı zamanda bir sorgulama ve anlama aracı olduğunu kavradık.
Tiyatrolar, konserler, sinemalar, lokantalar… Hemen her akşam bir programımız vardı. 18 yaşındaydım, "burjuva", "kentsoylu" gibi kavramları senin sayende öğreniyordum. Seninle yaptığımız sohbetlerde, sadece edebiyatı değil, hayatı da konuşuyorduk. Gazetede günler hızla geçiyordu. "Görmezlik Yazgı Değildir" gibi söyleşilerim, sürekli elektrik kesintisi yaşanan o günlerde mum üreticileriyle röportajlarım yayınlanıyordu. Sirkeci'den aldığım Zenith fotoğraf makinemle çektiğim fotoğraflar da gazetede yer buluyordu. Ne gariptir, bunca anı biriktirdiğimiz Dünya Gazetesi günlerinden elimde bir tek fotoğraf kalmış. Sanırım o dönemler ânı yaşamayı daha çok önemsiyorduk.
Sonra "Pastırma Yazı", "Destan Gönüller”, “Kırık Deniz Kabukları” ve daha niceleri. Hepsini bir solukta okudum. Senin aşk, ölüm, ayrılık gibi konuları ele alış biçimine hayranı oldum. İkimiz de Dünya Gazetesi’nden ayrıldık, ama dostluğumuz, edebiyat sohbetlerimiz hiç eksilmeden bugüne kadar hep sürdü. Birçok kitabının daha yazım aşamasındayken ilk okuru oldum.
Yıllar sonra, 2018’de TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı seçildiğini duyunca, senin için hazırlayacağım kitap nedeniyle eskileri karıştırmaya başladım. Sararmış fotoğraflara, notlara bakarken yıllar önce tuttuğum "Selim İleri Günlüğü" çıktı karşıma. Hatıra yazmayı sevmeyen ben, senin için bir günlük tutmuştum. O günlerde, gençlik heyecanıyla, senin her sözünü, her tavrını dikkatle izliyor, notlar alıyordum. Günlükte, seninle ilgili gözlemlerim, sohbetlerimizden aklımda kalanlar, o günlerin atmosferi… Hepsi bir bir yazılıydı. Şimdi o günlüğe baktığımda, sadece senin değil, kendi gençliğimin de izlerini görüyorum.
O günlüğü ve Dünya Gazetesi’nde birlikte çekildiğimiz tek fotoğrafımızı alıp Arnavutköy'deki her zaman gittiğimiz Vira Vira’ya geldim. Aklımda kitabın içeriği ile ilgili bir fikir vardı: Teknoloji mektup yazmayı, yazışmanın güzelliğini unutturmuştu. Oysa sen hâlâ daktilo kullanıyor, elle notlar alıyordun. Neden hazırlayacağım Tüyap Onur Yazarı kitabı bir "yazışmalar" kitabı olmasındı ki? Hep seni izliyor, hayatını, hiçbir zaman hiçbir kimseye anlatmayacağım sırlarını biliyordum. Bu kez eserlerinden değil, hayatından yola çıkarak bir kitap... Edebiyat, tiyatro, sinema, radyo günlerin... Hepsini anlatan bir çalışma. Benim küçük hatırlatmalarımla senin eşsiz cümlelerinin buluştuğu bir eser... Kitabı hazırlarken çok heyecanlıydım, seninle tekrar o günlere dönmek, anılarımızı yad etmek beni çok mutlu ediyordu. Sen de aynı heyecanı paylaşıyordun, hatta sözünü ettiğim gibi kitabın adını "Arkadaşım Selim" koymayı sen önerdin. Bu, dostluğumuza verdiğin değerin en güzel göstergesiydi. “Arkadaşım Selim”, sana olan sevgimin, saygımın, hayranlığımın bir ifadesi oldu. Senin sadece büyük bir yazar değil, aynı zamanda ne kadar güçlü ne kadar mücadeleci bir insan olduğunu yeniden yaşadım…
Biliyorum ki, her zaman benimle olacaksın. Eserlerinle, Türk edebiyatına ve okurlarının gönlüne bıraktığın o unutulmaz izlerle yaşamaya devam edeceksin.
Elveda Selim... Seni asla unutmayacağım, dostum, ustam, yol göstericim...