Araştırmaya odaklanmak cari açığı hızla azaltacak

Faruk TÜRKOĞLU
Faruk TÜRKOĞLU Dün, Bugün, Yarın

Türkiye’de temel bilimler alanında faaliyet gösteren bilimsel araştırma enstitülerinin sayısının, sanayisi gelişmiş ülkelere göre çok az olması, sanayi dallarının teknolojik düzey ve yoğunluğunun düşük düzeylerde kalmasına yol açıyor. Bu süreçte ortaya çıkan “teknolojik açık”, yükte hafif pahada ağır yüksek teknolojili ürünlerini ithal edip, yükte ağır pahada hafif düşük teknolojili ürünleri ihraç etmemize ve dolayısıyla dış ticaret ile cari işlemler dengelerindeki açığı büyümesine neden oluyor. Bu açıkların tetiklediği kur atakları döviz kurlarını yükseltiyor. Artan kur düzeyleri ekonomideki yüksek geçişkenlik nedeniyle fiyatları ve enflasyon oranlarını tırmandırıyor. Yüksek enflasyon ortamında yatırımlar azalıyor, büyüme hızı geriliyor ve işsizlik artıyor. Enflasyon ile durgunluk bir araya geldiğinde bilimsel ve teknolojik araştırmalara yeterince kaynak ayrılamıyor.

Bu kısır döngüyü kırmak için önce temel bilimlerdeki araştırmaların devlet tarafından daha yoğun olarak desteklenmesi ve çok sayıda yeni araştırma enstitüsünün kurulması gerekiyor.

Mevcut enstitüler

Araştırma enstitüleri konusunda dünyadaki genel eğilim, enstitülerin bir veya çok az sayıda araştırma konusuna odaklanarak çalışmalarını mümkün olduğu kadar derinleştirmesi yönündeydi. Bunu gerçekleştirmek için mevcut enstitüler bölünüyor, yenilerinin faaliyet alanı daraltılıyordu. Türkiye’de ise dünyadaki eğilimin aksine enstitüler birleştiriliyordu. Örneğin bor ve nadir toprak elementleri konusunda kurulan enstitüler ile Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, yeni oluşturulan Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’na (TENMAK) bünyesinde bir araya getirilmişti.

Türkiye’de 2017 yılında TÜBİTAK bünyesinde kurulan Temel Bilimler Enstitüsü olumlu bir adım olmuştu. Ancak bunun ardından temel bilimlerin fizik, kimya, biyoloji, matematik ve astronomi gibi farklı dallarının her birinde çok sayıda enstitü kurulması gerekiyordu. Kurulacak bir temel bilimler üniversitesi de bu enstitülerde çalışacak elemanları yetiştirebilecekti. Ancak temel bilimler üniversitesi projesindeki ilerleme çok yavaş olurken, yeni kurulan enstitülerin sayısı da yetersiz kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 5 Ocak 2020’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, CNN Türk’te Ahmet Hakan ile yaptığı bir söyleşide şu sözlerle bu tür bir üniversiteyi gerekli görmediğini belirtmişti: “Bu noktada zaten bizim üniversitelerimiz aslında var. Yani bugün Ortadoğu’dan tutun Teknik Üniversite’ye, Yıldız Üniversitesi bütün bunların hepsinde var. Diğer üniversitelerimizin içinde de bu tip bölümler var.”

Oysa teknoloji alanında hızla ilerleyen ülkelerde bu konuda atılan ilk adım temel bilimler üniversitelerini kurmak ve bunun ardından yeni nesil araştırma enstitülerini faaliyete geçirmek olmuştu.

Bir ilk adım: Yeni nesil fotonik enstitüsü

Gelişmiş ülkelerde yeni kurulan enstitülerin bir bölümü fotonik konusuna yoğunlaşıyor.  Türkiye’de bu konuda yeni bir enstitü kolaylıkla kurulabilir. Çünkü dokuz üniversitemizde fotonik konusunda kürsü, ana bilim dalı bölümü veya araştırma merkezi faaliyet gösteriyor. Bu bölümlerdeki bilgi birikiminden yararlanılarak kurulacak bir fotonik enstitüsü kısa sürede sağlam bir araştırma altyapısı kurabilir. Enstitü mevcut öğretim bölümleri arasındaki eşgüdümü sağladığı gibi araştırmaların ilerlemesi ile fakültelerdeki öğretimin kalitesini dünya standartlarına yükseltebilir.

Yeni nesil enstitülerin kuruluşunda Güney Kore ve Çin modelinde olduğu gibi devlet önemli bir rol oynayabilir. Belirli bir olgunluk düzeyine ulaşan enstitülerde ayrıntılarını geçen haftaki yazımda anlattığım ABD modeline geçilerek, şirketler, elinde bir araştırma, üretim veya ticarileştirme projesi bulunan girişimciler de üyeliğe kabul edilebilir. Böylece devlet, akademik çevreler ve özel sektör kuruluşlarının iş birliği enstitülerde en kısa sürede ve en verimli bir şekilde gerçekleştirilebilir. Benzer enstitüler teknik tekstil, siber-fiziksel sistemler,   robotik, nanoteknoloji, mekatronik, biyoteknoloji, genetik ve benzeri ileri teknoloji alanlarında da kurulabilir.

Enstitülerin yararının gösteren bir örnek de halen faaliyetini gelişerek sürdürüyor. 1972’de kurulan ve 1983 ile 1988’de yeniden yapılandırılarak adı değiştirilen Savunma Sanayii Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü (SAGE), savunma sanayisindeki özel sektör ve kamu kuruluşlarının performansını yükseltmeyi başardı. Bu enstitü, teknolojik faaliyette çok önemli olan sürekliliğin garantisi oldu.

ENSTİTÜ SAYISINDAKİ AZLIĞIN NEDENLERİ

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, 1925 yılında Samsun’da öğretmenlerle sohbet ederken söylediği bir söz ile toplum hayatında bilim ve teknolojinin önemini vurgulamıştı.  Kemal Paşa’nın “En hakiki mürşit ilimdir, fendir” sözünü beğenip Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin girişine yazdık ama bunun ardından gelen şu cümledeki uyarıyı hiç dikkate almadık:  “…Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terakkiyatı zamanla takip etmek şarttır.”

Bu uyarıyı dinleyip sanayisi gelişmiş tüm ülkelerin yaptığı gibi kalkınma sürecinde işe temel bilimlerdeki araştırma çalışmaları ile başlamak gerekiyordu. Bunun yerine uzun süre başkalarının yaptığı araştırmalar ile dış ülkelerde üretilen makine ve teçhizatı kullanmayı tercih ettik. Girişimcilerimiz makine sanayisinde ihracatın ithalatı karşılama oranını 70’li yılların başındaki sıfır noktasından alıp yüzde 60’ların üstüne çıkardı ama bu oranı bir türlü yüzde 100’ün üstüne yükseltemedik.

Güney Kore’deki Daedeok Bilim Şehri’nin kurulmasına, Japonya’da 1962’de temeli atılan Tsukuba örnek alınarak 1972 yılında başlandı ve 1992’de tamamlandı. 2022 yılında bu şehirde 15 bin 500’ü doktora derecesine sahip 75 bin kişi araştırma, geliştirme ve inovasyon işleri ile uğraşıyordu.  

Hükümetler gerekli desteği verebilseydi Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü de zamanla benzer  bir gelişme gösterebilir, bir bilim şehrine, bir teknoloji üssüne dönüşebilirdi. Ne var ki Kore’dekine  benzer bir gelişme gerçekleşmediği gibi 2014 yılında enstitüye bir de öğretim görevi verilerek üniversiteye dönüştürüldü. Olumlu adımlar üniversite bünyesinde bir Temel Bilimler Fakültesi’nin kurulması ve yüksek teknoloji alanlarına odaklanan dört enstitünün faaliyete geçirilmesi ile sınırlı kaldı.

Türkiye’de Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nu fazla gecikmeden 1983’te kurduk. Yılda iki kez toplanması gereken bu kurul, 1997’ye kadar geçen 14 yılda 28 kere toplanması gerekirken inanılması zor olan bir ihmal ve kayıtsızlık örneği ile 1983, 1989 ve 1997 yıllarında olmak üzere yalnız üç kez toplanabildi. Üstelik bu dönemde üç yüksek mühendis, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan, devleti ve hükümetleri yönetenler arasındaydı. Bu aymazlık döneminde dijital teknoloji tüm sanayileşmiş ülkelerde baş döndürücü bir hızla gelişmesini sürdürmüştü.  

1980’de kişi başına milli gelir açısından aynı çizgide kalkınma yarışına başladığımız Güney Kore’de devleti yönetenler, komite, kurul ve komisyon toplantılarında vakit öldürmek yerine 1989 yılında temel bilimlerdeki araştırmaları yönlendirmek için bir yasa çıkarmıştı. 90’lı yıllarda bu yasa uyarınca faaliyete geçen araştırma enstitülerinin sayısı 30’a çıktı. Bu sayı 2022’ye kadar 78’e yükseldi. Enstitü kuruluşunda öncelik fizik, kimya, biyoloji astronomi ve matematik gibi temel bilim dallarına veriliyor, ihtiyaç duyulduğunda ise sosyal bilimler ve yönetim konusunda da enstitü açılabiliyordu. Bilime ve teknolojiye öncelik vermesi sayesinde Güney Kore, kalkınma yarışında Türkiye’ye iki tur bindirdi. 

21. yüzyıl Türkiyesi’nde araştırma konusundaki ihmal ve gecikmeleri telafi edebilecek önlemler alınabilirdi. Ancak özellikle 2011 ile 2019 arasındaki yıllarda prestij elde etme amacının ön plana çıkması nedeniyle araştırma enstitüleri konusunda bir atılım yapılamadı. 2023 yılı başında Türkiye’deki araştırma enstitülerinin sayısı 30’un altında kalırken Almanya’da 259, Fransa’da 153, Güney Kore’de 78 enstitü faaliyet gösteriyordu.

Türkiye, 2030 sonuna kadar ilk iki yıl iki araştırma enstitüsü, sonraki yıllarda ise üç araştırma enstitü kurabildiği takdirde geçmişteki ihmal ve gecikmelerin önemli bir bölümünü telafi edebilir. İlk aşamada yurt dışındaki bilim insanlarımızdan danışman olarak yararlanılabilir. Gerektiğinde yabancı uzman istihdam etmekten de çekinmemek gerekir. Çünkü Almanya’daki köklü Max Planck Topluluğu’na bağlı 86 enstitüdeki bilim insanlarının yaklaşık yarısı yabancı ülke pasaportu taşıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Geleceğe bakış 29 Ekim 2023