Arabulucuya başvuru ve şüpheli alacak karşılığı
Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesine göre tahsili mümkün olmayan bir alacağın şüpheli alacak karşılığına konu edilerek vergi matrahının dışında bırakılabilmesi için; alacağın ticari veya zirai faaliyetle ilgili olması, dava veya icra safhasında bulunması, borçlunun iflas etmiş olduğu hallerde alacağın iflas masasına yazdırılmış olması gerekmektedir.
Yapılan protestoya rağmen veya yazılı şekilde birden fazla istenilmiş olmasına rağmen ödenmemiş bulunan küçük alacaklar için 7338 sayılı Kanun’a kadar, dava veya icra takibine değmeyecek derecede olma koşulu aranırken, anılan kanunla bu ölçüt, 3.000 lirayı (2024 yılı için 14.000 TL) geçmeyen alacaklar şeklinde değiştirilmiştir.
Şüpheli alacaklar konusunda en çok tereddüt yaratan konu, bir yabancıdan (yabancı ülkede mukim yabancıdan) olan tahsil edilememiş alacak dolayısıyla şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi için Türk mahkemelerinde dava açmanın yeterli olup olmayacağıdır. Bu konudaki görüşlerimi daha önce yazmış ve Türkiye’de mukim şirketlerin yabancı şirketlerden olan para alacakları için Türk mahkemelerinde dava açmış olmalarının bu alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayırabilmeleri için yeterli olduğunu emsal içtihatlara dayalı olarak belirtmiştim.
Bu günkü yazımda ise Vergi Usul Kanunu’nun yargılama hukukundaki gelişmelerin çok gerisinde kalması ve hızlı uyarlamaların yapılmamasından kaynaklanan bir sorun, “dava safhasında olma” koşunun arabuluculuk aşamasında olma halini de kapsayıp kapsamadığı üzerinde duracağım.
Arabuluculuk müessesesi, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nda düzenlenmiştir. Kanunda arabuluculuk müessesesi; “Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi” olarak açıklanmıştır. Kanunun 3. maddesinde tarafların, arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten vazgeçmek konusunda serbest oldukları belirtilmekle birlikte 18/A maddesinde Kanunlarda arabuluculuğun davada zorunlu yol şeklinde de düzenlenebileceği belirtilmiştir.
Kanunun söz konusu 18/A maddesinde; “İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edildiği hallerde” davacının (konumuz açısından alacaklının), arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorunda olduğu, bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiğinin ihtar olunacağı, ihtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddedileceği hükme bağlanmıştır.
Görüldüğü gibi kanunlarda aksine bir düzenleme olmadığı hallerde tarafların (konumuz açısından alacaklının) arabulucuya başvurması ihtiyaridir ve gönüllülük esasına dayanmaktadır. Kanunlarda arabulucuya başvurunun bir dava şartı olarak öngörüldüğü hallerde ise arabuluculuk aşaması davanın bir parçası haline getirilmiştir. Çünkü dava şartları, bir davanın esasının incelenebilmesi ve karar verilebilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli şartlardır.
Söz konusu yasal düzenlemelere göre ihtiyari olarak arabulucuya başvuru yargılamanın bir safhasını oluşturmamaktadır. Alacaklıların alacaklarını elde etmek amacıyla bu yola gitmelerinin şüpheli alacak karşılığı açısından alacağın “dava safhasında olma”sını ifade etmediğini, bu nedenle ihtiyari olarak arabulucuya başvuranların alacaklarının dava veya icra safhasına gelmedikçe şüpheli alacak karşılığına konu edilemeyeceğini düşünüyorum.
Buna karşılık söz konusu alacağın dava yolu ile takibi için kanunlarda önce zorunlu arabuluculuk müessesesine başvurunun zorunlu tutulduğu, bir başka deyişle arabulucuya başvurunun bir dava şartı olarak düzenlendiği hallerde, arabuluculuk kurumunun yargılamanın bir aşaması haline dönüşmüş olması sebebiyle zorunlu arabulucuya başvuru ile alacağın “dava safhasında olma” koşulunun gerçekleştiğinin kabulü gerekmektedir. Bu durumda alacak, dava safhasında olacağı için şüpheli alacak karşılığına konu edilebilir.
Bu aşamada belki “dava safhasında olma” koşunun alacağın tahkim aşamasında olması halini de kapsayıp kapsamadığı üzerinde de durmak gerekiyor. Bu konuyu ise köşemin sınırları dolayısıyla bir başka yazıma bırakıyorum.