Amerikan yüzyılı sona mı eriyor?
Küresel düzen değişiyor. Bu dönemde, yeni, daha istikrarlı ve içerikli bir ilişkiler örüntüsü oluşana kadar, uluslararası ilişkilere giderek yoğunlaşan biçimde dosya bazında (transactional) ilişkiler hakim olacaktır. Türkiye’yi de dosya bazında ilişkiler bekliyor. Tabii, 2010 sonrası bölgede çok şeyin değiştiğini de unutmamalıyız.
ABD’nin Afganistan’dan tamamen çekilmesinden daha ikinci haftasındayız ve ülkede durum belirsizlik ve değişkenliğini koruyor. Ülkede yeni bir Taliban hükümeti kuruldu, fakat yeni hükümet Taliban liderlerinin vaat ettiği kapsayıcılıktan çok uzak. Muhalefetin bastırılması sıradanlaşırken, toplumda kadının oynadığı role getirilen sınırlar daralıyor ve sıkılaşıyor.
ABD’nin Afganistan’ı terk edişinin dünyaya yayılan etkileri nispeten yumuşakmış gibi görülse de, aynı derecede endişe verici. ABD’nin çekilme biçimi bir yandan esen jeopolitik rüzgarların yönünü belli ederken, diğer yandan da gelecekte nelerle karşılaşılabileceğine ilişkin uyarı oluşturuyor. Daha aylar öncesinde, ABD çekilmeye hazırlanırken, dünyadaki güç dinamiklerinin, en çarpıcı şekilde Ortadoğu’da olmak üzere, değişmeye başladığına zaten şahit olmaktaydık. Evet, uluslararası düzen değişiyordu ve Afganistan’daki gelişmeler bu süreci hızlandırabilecekti. Bu yeni dünya düzeninden neler bekleyebiliriz?
İsterseniz Ortadoğu’ya biraz daha yakından bakalım. Bu bölgedeki güç dinamikleri nasıl değişiyor?
Görülebildiği kadarıyla, tüm Ortadoğu ülkeleri ve muhtemelen dünyanın diğer bölgelerindeki ülkeler, ABD’nin bundan sonra hangi adımları atacağını merak ediyorlar. Amerikan siyasetinin iki partisi, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, ABD’nin imkanlarını zorlayan ve sonuç getirmeyen girişimlerde çok kaynak tükettiği üzerinde anlaşmış görünüyorlar. Amerikan kamuoyunda da, Amerikalıların evlerine dönmeleri gerektiği duygusu yaygın.
Afganistan’da cereyan eden olaylar, ABD’nin düzensiz çekilişi ve bunun yarattığı belirsizlik ortamı, Ortadoğu’dakiler dahil, dünyadaki tüm aktörleri, görünebilir bir gelecekte ABD’nin kendi bölgelerinden çekilebileceği ihtimalini değerlendirmeye davet etmiş bulunuyor. O zaman da karşımıza bu ülkeler güvenlik ve iktisadi gereksinimlerini nasıl bir çerçeve içinde karşılayacaklar sorusu çıkıyor.
Durum, ülkelerin hali hazırdaki ilişkilerini yeniden değerlendirmelerini gerektirdi. Son zamanlarda gözlemlediğimiz en ilginç değişiklik Arap rejimlerinin İsrail’e karşı tutumlarında meydana geldi. Aralarında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin de yer aldığı Körfez Ülkeleri’nin temel güvenlik endişeleri İran’dan kaynaklanıyor. İran, İsrail açısından da başlıca güvenlik sorunu olarak görülüyor. Arap ülkeleri, ABD’nin de savunmasına derin ilgi duyduğu İsrail ile ilişkilerini düzeltmelerinin kendi güvenliklerini de güçlendireceğine karar verdiler.
Daha önceki dönemlerde ABD, İsrail ile ilişkilerinden bağımsız olarak da Körfez’in güvenliğini sağlamayı üstlenmişti. Ancak, şu anda böyle bir güvencenin olup olmadığı bilinmediğine göre, ne yapacaklar? Sanıyorum İsrail ile ilişkilerini iyileştirmeleri, İsrail’in İran ile mücadele imkanlarının daha güçlü olmasından kaynaklanıyor. Buna ilaveten, Ortadoğu ülkeleri diğer bölge içi çatışmaları da denetim altına alarak enerjilerini önemli gördükleri Müslüman Kardeşler gibi güvenlik sorunları üzerine yöneltmek istiyorlar. Bir örnek vermek gerekirse, Mısır hükümeti Amerikan desteği ile ayakta durabilirken, şimdi tehditlere direnebilmek için daha önce üzerinde fazla düşünmediği aktörlerle bile ilişkilerini iyileştirmeyi öngörüyor.
Bir süper gücün herhangi bir yerden çekilmesi orada bir güç boşluğu bırakır. Türkiye kendisine Ortadoğu’da tabii bir lider olarak görüyor. Bu rolü üstlenme şansı nedir?
2010 öncesi dönemde Türkiye bölge ülkelerinin tümüne eşit mesafede duran bir ülke olarak görülüyordu. Diğer ülkelerin aralarındaki anlaşmazlıklarda tarafsız bir arabulucu olacağına güven duyuluyordu. Siyasi bakımdan istikrarlı ve iktisadi refahını gerçekleştirmek bakımından başarılı, örnek alınabilecek bir ülke olarak algılanıyordu. Ancak aradan geçen zaman içerisinde Türkiye’nin bölgedeki etkisi azalmış, inandırıcılığı zayıfl amıştır. Bunun önemli nedenleri arasında Arap Baharı sonrasında Müslüman Kardeşlerin en önemli destekçisi olmasının rolü inkar edilemez.
Bu strateji başarılı olmadı. Şu anda Müslüman Kardeşlerin başında olduğu bir hükümet kalmamış durumda. Türkiye dış politikasında izlediği ideolojik çizgiyi terk etme ve Müslüman Kardeşlere karşı çıkan ülkelerle -Mısır, Suudi Arabistan ve BAE- arasını düzeltme baskılarını hissediyor. Tabii ki, Türkiye Ortadoğu’daki büyük oyunculardan biri ve diğer bölge ülkeleri yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’yi tamamen dışlamayı istemeyeceklerdir ancak Türkiye’ye 2010 yılında baktıkları gözle bakmadıkları da aşikar. Türkiye’ye güvenmemeleri ve onu artık örnek olarak görmemeleri bir yana, şu anda Türkiye’nin iktisaden zayıf, siyaseten de yalnız durumda olduğunu düşünüyorlar.
Türkiye yakın gelecekte en fazla neyi ümit edebilir?
Küresel düzen değişiyor. Bu dönemde, yeni, daha istikrarlı ve içerikli bir ilişkiler örüntüsü oluşana kadar, uluslararası ilişkilere giderek yoğunlaşan biçimde dosya bazında (transactional) ilişkiler hakim olacaktır. Türkiye’yi de dosya bazında ilişkiler bekliyor. Tabii, 2010 sonrası bölgede çok şeyin değiştiğini de unutmamalıyız. Türkiye’nin ilişkilerini bozduğu ülkelerin hepsi başka ülkelerle yeni düzenler kurdular. Doğu Akdeniz’de oluşan işbirliği buna iyi bir örnek teşkil ediyor. Şimdi Türkiye ilişkileri yeniden düzeltmek istiyor diye hiçbiri oluşturduğu ilişkileri bir kenara bırakmayacaktır. Bu koşullar altında, Türkiye’nin bölgede kurulabilecek istikrarlı güvenlik ve işbirliği düzenlerine katılabilmek için yoğun gayret göstermesi gerekiyor.