Amerikan filmleri bize ne söylüyor?
1970’lerin –özellikle ikinci yarısının- Amerikan filmleri kapitalizmin işleyişindeki büyük dönüşümün işaretlerini veren filmler sayılabilir. New Deal en geç 1975’te sona ermişti. Neoliberalizm adı verilen dönem başlıyordu. Avrupa filmleri elbette daha rafine filmlerdir ama politik mesaj açısından 1980’e gelindiğinde Avrupa’nın çoğu ununu elemiş eleğini asmıştı. Oysa Amerikan filmleri herkesin anlayabileceği politik göndermelerle doludur. Demokrat –veya liberal ki ABD bağlamında ‘solcu’ demektir- yönetmenlerin heyecanlı yılları sayılabilir. Bir ölçüde de nahif filmlerdir. Daha önemlisi bu popüler filmlerin zamanla seriye dönüşmesidir. Örneğin Rocky, Rambo ve en önemlisi Alien. Apocalypse Now (1979) başlı başına ayrı bir klasmandadır. Sadece Coppola veya Ridley Scott gibi büyük yönetmenler değil örneğin Apocalypse Now’un senaryosunu yazan ve Barbar Conan’ı yazıp yöneten –Arnold Schwarzenegger’i yıldız yapan film- John Milius da hatırlanabilir.
1976’da çıkan Rocky dönem/dönüşüm filmlerinin kalbinde yer almaz. Yine de ilk iki film (1976, 1979) –ki aynı film sayılabilir- tuhaf biçimde ilginçtir. Bir yandan bireysel başarıya odaklanırken küçük bir “community” tarafından sarılıp sarmalanmayı da önemser. Kahraman İtalyan asıllı ve Katolik’tir ki bu önemsiz değildir. Endüstriyel antrenman yapmaz, tek başına doğal yöntemlerle çalışır; dönemin yeni yeşeren çevreciliğine uzaktan bir selam sayılabilir. Zenci boksör Apollo Creed ilk filmde “establishment” oluyor iken –bu bir mecburiyet çünkü 1976’da mesela geçmişin yıldızlarından beyaz ağır sıkletler Marcel Cardan veya Max Baer gibi birisi dünya şampiyonu olamazdı- “underdog” Katolik bir göçmendir –ki Katolikler ABD nüfusu içinde yüzde 15 kadarlar. Önemsiz değildir çünkü ABD göçmenlere sanıldığı kadar kolayca kucak açmamıştır. 1890-1930 arası “nereden geldi bu göçmenler” tartışmalarıyla doludur. Sacco & Vanzetti (1927) olayına biraz da böyle bakmak lazım. Sonraki filmlerde Apollo’nun Rocky cephesine geçmesiyle bu durum düzeltilir. Ivan Drago ile beraber seri Reagan destekçisi filmler havasına bürünür ve sıradanlaşır.
Daha önemlisi Alien (1979). Tam bir “corporate America” eleştirisi olan bu film sadece ‘mürettebatın feda edilebilir’ olmasıyla öne çıkmaz. Alien o derece tehlikeli bir türdür ki dünyaya getirilmesi insanlığı yok edebilecektir. Bu noktada The China Syndrome’a (1979) göre el yükseltilir; kâr hırsının yarattığı risk artık California’nın bir bölgesiyle sınırlı değildir. Seriye bağlayan Alien sonraki yıllarda aynı adı taşımayan geri dönüş filmleriyle birlikte bir “theodicy” haline gelir. 1979’un mesajı çok geride kalmış, daha büyük, mistik konuların yanında önemini yitirmiştir. İlk filmler çekilirken düşünülenler seriler sona erdiğinde yerini bambaşka hislere, fikirlere bırakmıştır. “Dönüşüm” sadece sosyal veya ekonomik olarak değil, yönetmenler ve senaristler arasında da gerçekleşmiştir.
Yeni dalganın habercisi muhtemelen First Blood (1982) filmiydi. Kanımca bu film –meşhur ‘İlk Kan’ filmi- Rambo filmleri içinde seyredilebilecek tek filmdir. Vietnam yenilgisi ve kayıpların gizlenmiş olduğunun ortaya çıkması, Nikaragua devrimi, çok daha önemlisi Humeyni’nin iktidara gelişi ve elçilik baskını/rehineler olayı, hatta halkın hafızasına kazınan ABD helikopterlerinin İran çölüne çakılması gibi “güçsüzlük hissi” yaratan belirtilere karşı bir 'savaşla barışma' filmidir. Mesaj şudur: Amerikan halkı saçmalamamalı, uzak diyarlarda çarpışan kahramanlarını itip kakmamalıdır. İhtiyaç olacaktır. Yeni maceraların eli kulağındadır. Daha sonraki filmlerde bunun örnekleri bol bol verilecektir. Ana mesaj “Vietnam sendromundan kurtulun” mesajıdır ve sene 1982’dir.
Dokuz yıl sonra, ilk Irak Savaşı sırasında komutan Norman Schwarzkopf’un –Şubat 1991’de çölden bağlanarak birkaç kez altını çize çize- “We are not in the business of counting bodies” (cesetleri saymıyoruz) derken kastettiğinin Amerikalılar değil Iraklılar olduğunun anlaşılmasıyla “sendrom” sona ermiştir.
Dünya ekonomisi, teknolojisi, siyaseti, entelektüel evreni büyük dönüşümler yaşamaya devam ediyor veya en azından radikal dönüşüme aday. Film cephesinde Elysium (2013) dışında net bir mesaj var mı?