Amerikalıların söylediklerine inanmayınız!
Amerikalıların YPG/PYD destek verdiği haberlerinin gazetelerde yer almadığı gün yok gibi. ABD’nin YPG/PYD ilişkisinin uzun vadeli olmayıp İŞİD’i yenmeğe dönük bir ittifak olduğu, gelecekte Irak ve Suriye’de alınacak topraklarla kurulması düşünülebilecek bir Kürt devleti projesi ile alakası olmadığına ilişkin açıklamalarına rağmen, bütün göstergeler ilişkinin uzun vadeli olabileceğine ve bölge haritasında değişiklik yapılmasını da öngörebileceğine işaret ediyor. Geçtiğimiz hafta hemen her gazetede Amerikan askerleri ile YPG’li dostlarının Türkiye’ye ait Hatay bölgesinin Suriye sınırları içinde gösteren bir haritanın önünde çekilmiş resimleri yer aldı. Eğer Amerikalıları bu konuda uyarırsanız, suçu YPG’ye atacaklarından, toplantı mahallinin onlar tarafından sağlandığını, haritanın ise siyasi değil fiziki bir harita olduğunu ileri süreceklerinden emin olabilirsiniz.
Türk silahlı kuvvetlerinin teröre karşı yürüttüğü mücadelede ellerine giderek daha sık Amerikan silahları geçirmeleri, Türkiye’nin PYD-PKK ayırımının anlamlı olmadığı savını doğrular niteliktedir. Görünüşe göre, YPG Türkiye’ye karşı terör eylemlerine girişen ve toprak koparmayı ümit eden örgütün ayrılmaz bir parçasıdır. Her ne kadar bu tür hedefler gerçekçilikten uzak ve başarı şansından yoksun olsa da, PKK ile mücadele etmenin ülkenin enerjisini ve kaynaklarını tükettiği, halbuki bunların dış politika dahil daha yararlı alanlarda değerlendirilebileceği açıktır. Komplo teorilerine sempati ile yaklaşan bazı gözlemciler, ABD ve İsrail’in komşularıyla yoğun toprak ihtilafları bulunan ve ancak bu iki devletin desteğiyle varlığını sürdürebilecek bir Kürt devletinin kurulmak istendiğini ileri sürüyorlar. Bu tür analizler belki biraz afaki bulunabilir ama Kürt sorunlarına gösterilen ilginin, dikkatleri Filistin-İsrail çatışmalarından bir oranda uzaklaştırdığı bir vakıadır. Daha da gerçekçi olarak, Türkiye geçici bir kolaylık düşüncesiyle başlayan bir ilişkinin, İŞİD’le mücadelenin uzun sürmesinin beklenmesi (hatta hiç bitmemesi) karşısında, süreklilik kazanmasından, Amerikalıların PYD/YPG ile kurmakta oldukları güçlü bağlardan vazgeçmekte zorlanacaklarından kuşku duymaktadır.
Türkiye’nin ABD ile sorunları sadece bu ülkenin YPG/PYD ile kurduğu yakın ilişkilerden ibaret değil. Uzun süreler gerek ABD gerek diğer NATO üyeleri Türkiye ile Yunanistan’ın hava güçleri arasında 2/3 dengesini gözetiyorlardı. Bu kural artık gözetilmemektedir. Yunanistan ABD ve Fransa’dan aldığı destekle hava kuvvetlerini güçlendirmiştir. Türkiye ise mevcut F-16 filosunu iyileştirmek ve yeni F-16 uçakları almak imkanından dahi mahrum bırakılmaktadır. Söylenenlere bakılırsa, Amerikan yönetimi uçakların Türkiye’ye satılmasına olumlu yaklaşmakta, ancak Kongre’den itiraz gelmeyeceğinden emin olamamaktadır. Aslında Türkiye’nin taleplerinin Kongre’den kaynaklanabilecek itirazlar nedeniyle karşılanamaması olasılığı, Amerikan dış siyasetinin yapımında ciddi bir sorunun varlığına işaret ediyor: Günümüzde ister Biden’in, ister bir başka başkanın yönetiminin, dış siyaset alanında yaptığı vaatleri yerine getirebileceğine güvenmek mümkün gözükmemektedir.
"Türkiye dış siyasetinde Amerikan yönetiminin bütün bekleyişlerine olumlu cevap verse dahi, Amerikan yönetiminin verdiği sözleri tutamaması mümkündür."
Son yıllarda Amerikan dış siyasetinin yapımında önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Daha önceki dönemlerde yönetim Kongre’ye de danışarak dış siyaseti belirliyordu. Kongre’nin dış siyasete verdiği destek partizan bir çizgi izlemiyor, Başkan görevde bulunacağı süre içinde uygulayacağı dış siyaseti iki partinin oluşturacağı mutedil bir çoğunluğa uygun olarak şekillendiriyor, bilahare Kongre’nin kendisini desteklemesini bekliyordu. Başkan iki partinin de çoğunluğu tarafından desteklenecek dış siyaseti oluştururken, Amerikan siyasetinin temel bir davranış kuralına güveniyordu: uzlaşmaya verilen değer. Ancak günümüzde iki partinin desteğinin sağlanmasına ve uzlaşmaya verilen değer modası geçmiş kavramlara benziyor. Bunun yerini yürütme ve yasama arasında son derece kutuplaşmış bir ilişki almaktadır. Başkanın partisine rakip olan diğer parti, başkanın beğenmediği her icraatini engellemeyi büyük başarı olarak görmektedir. Bu durum aslında birbirinden bağımsız iki siyaset yapımı merkezi olduğuna işaret ediyor. Devletin iki erki arasındaki rekabetçi ilişkiler bir başka soruna daha zemin oluşturmuştur. İki erk arasında uyum sağlanamayınca, bürokratik kurumlara gün doğmakta, her kurum kendi gündemini uygulamaya çalışmaktadır. Bu kurumlar çoğu zaman başkanın tercihlerini de görmezden gelmekte, onun tercihlerini tutarsız ve değişebilir nitelikte bulmaktadır.
Amerika’nın Türkiye’ye dönük ve sorunlu bulduğumuz siyasetinin aslında Türkiye’nin kendi icraatinin sonucu olduğunu iddia etmek cazip gözükmektedir. Ne de olsa, Türkiye Rusya’dan S-400 füzeleri satın almış, Rusya ve İran’a uygulanan ambargoları ihlal etmekle suçlanmış, Hamas’ı desteklemiş, İsveç’in NATO üyeliğini henüz onaylamamıştır, vs. vs. Bu eleştilere itiraz edecek değilim. Ancak, Ukrayna örneğinin de kanıtladığı gibi, Amerikan siyasetini niteleyen belirsizlik ve bunun tabii sonucu olan güvenilmezliğin daha yaygın bir olgu olduğunu iddia edeceğim.
Dolayısıyla, Türkiye dış siyasetinde Amerikan yönetiminin bütün bekleyişlerine olumlu cevap verse dahi, halihazırda Amerikan dış siyaset yapımını niteleyen karışıklık muvacehesinde, Amerikan yönetiminin verdiği sözleri tutamaması mümkündür. Bu günlerde Amerikalı dostlarımızın beyanlarına inanmak bir hayli zor görünüyor.