Ama…
Hayatın her safhasında "cümle ortası -ama-" ile karşılaşırız. "Performansından çok memnunuz ama kriz var", "bende seni seviyorum ama arkadaş olarak" , "Şant bey analizlerinizi severek okuyorum ama ne diyorsun allasen?" , "Desteği kırarsa düşecek ama direnci aşarsa yükselir". Kısacası cümle ortası ama'sı önden gelen pozitifliği nötralize etmeye yarar.
Çarşamba günü finans ve ekonomi dünyasının en önemli yayın organlarından FT'de 4 başbakan tarafından yazılan bir makale yayınlandı. Makalede İsveç, Danimarka, Hollanda ve Avusturya başbakanları önce işlerin ne kadar kötü olduğuna ve daha zayıf üyelerin toparlanmasının herkes için iyi olacağına değinen bir giriş yapmış. Ardından "ama nötralizatörünü" devreye alıyorlar: “ AMA bunu yaparken (destekten bahsediyor) önemli prensipleri camdan dışarı atamayız. Bir anda 500 milyar Euro borçlanarak elde edilmiş parayı harcamak ve faturayı gelecek nesillere aktarmak nasıl sorumlu bir davranış olur?” (tam arkadaş olarak görmen gelecek için umut var demektir diye düşünürken) .” Avrupa Komisyonunun son önerisi bloğun yeni finansman yöntemleri bulmasına dayanıyor. AMA yeni veya taze para diye bir şey yok. Harcanan para yanı zamanda kazanılmalı ve geri ödenmeli- yani vergi verenler tarafından.”
Böylece 1 gün içinde 2 yerden, Bundensbank ve isyancı dörtlü, Euro bölgesi mekanizmalarına karşı şüphe açıklamaları duymuş olduk. Bu 4 ülkenin söylediği özetle 1- Hibeye karşıyız kredi mekanizması çalışmalı, aksi durumda doğrudan sorumlu olduğumuz vergi verenimize yük binecek 2-Kriz öncesi koşullara göre karar almak anlamsız. Parayı zaten sorun yaşayan sektörlere değil kriz nedeni ile zora düşen sektörlere verecek bir mekanizma oluşturmamız gerekiyor. Tüm dünyada olduğu gibi söz konusu dört başbakanın da kafasında “para”nın ne olduğuna dair net bir fikir olmadığı anlaşılıyor. Ancak kaygıları tamamen boşa da diyemeyiz. İtalya bu krize borç/ gayrisafi milli hasıla oranı yüzde 136 seviyesinde girdi. Bu yıl yüzde 160 seviyesine çıkacaktır. Euro bölgesine girdiği günden bu yana ekonomisi nette büyümediği için pek çok şirket kredilerini geri ödeyemiyordu. Bu nedenle bankacılık sistemi uzun süredir bir geri dönmeyen kredi sorunu (dolayısı ile sermaye) ile boğuşuyor. Geçmiş yıllara göre bu konuda büyük ilerleme sağlandı ve geri dönmeyen kredilerin oranı yüzde 17’den yüzde 7 seviyesine gerilettirildi. Bu süreç sırasında sorunlu krediler finansal varlık haline getirilerek yatırımcılara satıldı. İçinde bulunduğumuz ekonomik ortamda alım yapan yatırımcıların ve bazı varlıklara garanti veren İtalyan devletinin durumu zor olduğu gibi dönmeyen kredi miktarı yeniden artacaktır. Ülkenin ender büyüyen sektörlerin turizm ekonominin yüzde 13’sini oluştururken doğrudan dolaylı 4.2 milyon insana da istihdam sağlıyor. Geçen yıl imalat sanayi yüzde 2,4 daralırken turizm yüzde 2,8 büyümüştü. Bu yıl nasıl bir performans göstereceği malum.
Kısacası pek çok güney Avrupa ülkesinin yardıma ihtiyacı olacak. Yardımın büyüme sağlayacak sektörlere veya doğrudan tüketim çarkını hızlandıracak şekilde hane halkına yapılması ile zombi şirketleri ayakta tutacak şekilde yapılmasının sonuçları arasında büyük farklar var. Yukarıda bahsi geçen dört ülkenin kaygıları son derece haklı olsa da kolay bir çözüm Euro Bölgesinin cari yapısında söz konusu değil.