Altınoluk’un Hıfzı Aksoy’u…
“Geceler de aydınlıktır / Umut yüklüyse sabahlar / Yoksa günler de karanlık.” Bu dizeleri aklımda kalmış Hıfzı Amca’nın. 2000’lerin başından, 2011’de 82 yaşında vefat edene kadar hiç görüşememiştik ama anı dağarcığımın değerliler köşesindeydi hep. Görüşememiştik, çünkü ben, Altınoluk tarafına gitmiyordum artık, o da İstanbul’a gelmiyordu. Halbuki 90’lı yıllarda ne çok birlikte olmuş, bol pınarlı İda’da ağaç gölgelerinde, serin su başlarında sohbet etmiştik…
Mustafa Hıfzı Aksoy’u tanır tanımaz çok sevmiş, kısa bir süre içinde gerçek amca duygularıyla “Hıfzı Amca” diye seslenmeyi benimsemiştim. 1930 yılında Edremit'in Altınoluk (eski adıyla Papazlık) beldesinde dünyaya gelmişti. İlkokulu kendi beldesinde okuyup 1944 yılında Savaştepe Köy Enstitüsü’ne gitmiş, 1948 yılında bitirdikten sonra öğretmen olarak 26 yıl çalışmıştı. 1974 yılında emekli olunca öğretmenlik yaptığı dönemlerde de ilgilendiği basın dünyasına Edremit’te Mehmet ve Hayati Çelik'in sahipliğini yaptığı tipo baskı “9 Eylül” gazetesi ile girmiş, uzun yıllar bu gazetede köşe yazmıştı. Daha sonra “Milliyet” gazetesinin Edremit muhabirliği görevini de üstlenen Aksoy, yerel olarak yayımlanan “Körfezde Olay” gazetesinde köşe yazılarına devam etmişti.
Hıfzı Amca’yla anılarımın biriktikleri yerlerden çıkmasına neden, şair sevgili Bülent Güldal’ın kitabının adını taşıyan “Olay” gazetesindeki “Zambak Kapısı’ndan” isimli köşesinde yazdığı bir yazı oldu. Şöyle başlıyordu:
“Sözü anıt bir insana getireceğim: M. Hıfzı Aksoy’u doksanlı yılların başlarında, Başaran aracılığıyla tanıdım. Körfez’e yerleşmeye karar verdiğim zaman, dostlarım yazma eylemimin biteceğini söylüyorlardı. Hiç de öyle olmadı, bana göre en güzel ürünlerimi bu coğrafyada verdim. Bir yanımda Ahmet Uysal, diğer yanımda M. Hıfzı Aksoy ve İda’nın gülen yüzü, edebiyata dair soluklandığım birer ada oldular. (…)
Her yıl Mayıs ayının sonundan itibaren Eylül’ün bitimine kadar, genellikle hafta sonu bazen de hafta içi bir gün M. Hıfzı Aksoy’un ‘hadi’ ünlemesiyle dağın böğrüne doğru yolculuğumuz başlardı. Onun ‘hadi’sinde düğün derneğe gidişin seslenişi gizliydi sanki. Çağıltılarla akan bir pınarın kıyısına soframızı kurar, güneş batana dek kuşların cıvıltısına, rüzgârın türküsüne karışır, şiirin eski ustalarını özlemle anarken, şimdinin aydınlık ve karanlık yanlarını dile getirirdik. Zaman ne çabuk geçerdi, hiç anlamazdım. Aralarında en genç olmam nedeniyle, onların anılarını sessizce dinlerdim.”
Aslında en gençleri bendim. O 70’li yaşlardaydı, bense 30’lu. Okumaya, öğrenmeye ve onun “hadi”sini duymaya meraklı ve hevesliydim. O da bizi kırmaz, her buluştuğumuzda Kaz Dağları’nın farklı bir köşesine götürür kimi zaman bir şelalenin yanında, bazen delice akan bir çayın üzerindeki sofra kadar büyük yassı taşlarda, bazı bazı da deniz kıyısında sohbet ederdik. Kaz Dağları’nın yamaçlarından zeytin denizine bakarken ne çok hayaller kurardım… Bazen de Altınoluk’ta, onun evinde soluklanır, eşinin hazırladığı zeytinyağlı lezzetleri tadardık.
Kitaplarını da imzalayıp vermişti bana, bir solukta okumuştum.” Geçmişten Günümüze Altınoluk” (tarihçe, tanıtım), “Günaydın'lı Yıllarım” (anı), “İda'da Aşk” (roman), “Kapının Ardında Kalan” (öykü), “Sen Olmaz Belle” (öykü), “Zo” (öykü), “Günbatım’ı” (şiir) kütüphanemde yerlerini almışlardı. Yayın Yönetmeni olduğum DÜNYA Kitap’ta da zaman zaman yazılarını yayınlıyordum.
Bülent Güldal da o yıllarda Edremit Körfezi’nde edebiyatı, edebiyatçıları anlatıyordu her ay DÜNYA Kitap’ta. “Altınoluk’ta doğmuş, doğduğu coğrafyanın dönüşümüne tanık olmuş bir İda âşığı Hoca” diye anlatıyordu onu. İda’ya, yani Kaz Dağları’na âşık olmamak zaten mümkün değildi, ama Hıfzı Amca ile gezince bir başka oluyordu. Kimi zaman Bülent Güldal da bizimle oluyordu. Tabii o, bana göre çok daha şanslıydı; çünkü, yaz kış Körfez’de yaşadığı için Hıfzı Amca’yı daha çok görüyordu. Bense yaz aylarını iple çekiyordum onunla seyahatlerimize yeniden başlamak için…
10 yılı geçti, Hıfzı Aksoy aramızda değil, bana çok güzel hatıralar bıraktı. Görüşemesek de Altınoluk’ta “Hıfzı Amca”m olduğunu bilmek çok güzeldi; cep telefonunu, ev telefonunu rehberimden hiç silmedim. Eminim yine Kaz Dağları’nda dolaşıyor, sevdiklerine “Hadi” diyordur Hıfzı Amca, “dağlara gidelim.”