Almanya nereye koşuyor?
Reha BİLGE
Almanya ikinci büyük savaş sonrası tarihinin en büyük politik, ekonomik ve toplumsal meydan okumasıyla sarsılıyor. Sosyal Demokrat SPD, Yeşiller Partisi ve liberal FPD arasında kurulmuş olan koalisyon hükümetinin üzerinde epeydir kuşku bulutları dolaşıyor olsa da, dağılması kamuoyunda “Almanya nereye gidiyor” kaygısını uyandırdı. Partiler arası bir uzlaşmayla hızla alınan bir kararla 23 Şubat 2025 günü yapılacak seçimlerin, ülkede ikinci dünya savaşı sonrasında yaşanacak en ilginç seçimler olacağından kuşku yok.
Bavyera’nın Hristiyan Sosyal Partili Başbakanı Markus Söder’in çok kısa süre önce ünlü STERN dergisine verdiği söyleşide “Sert bir seçim mücadelesi olacak” demesi ve “Moskova’ya bağlı” iki partinin seçime katılacağını iddia etmesi, Alman politik anlayışına göre pek alışılmış bir durum değildi. Söder’in bu konuşmasında adı geçen iki partiden AfD aşırı sağ, BSW ise sert köşeli bir sol politikanın sahibi olarak Alman politikasında hızla yükseliyor. Geçtiğimiz aylarda eski Doğu Almanya eyaletlerinde yapılan seçimlerin sonucunda her iki parti de yüksek bir başarı kazandı.
Kutuplaşma artıyor
Gerek AfD gerekse BSW farklı geleneklerden gelen iki politik parti olmalarına rağmen iki temel konuda benzer görüşlere sahipler. Her iki parti de Almanya’nın bugüne kadar uygulanan partiler üstü Ukrayna politikasına karşı. Aynı zamanda da göçmenler konusunda daha sert bir politika uygulanmasını istiyor bu iki parti. Bu iki parti Alman toplumunu ve politik yelpazesini derinden bölüyor. Ülkenin iç politikasına egemen olan uzlaşma kültürü de buna paralel olarak aşınıyor. Kutuplaşma artarken Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve çevreci parti Yeşiller’in düşük oy alması ve büyük bir seçmen kaybına uğraması dikkat çekiciydi.
Bu arada partilerin başbakan adayları da kesinleşti. SPD seçimlere mevcut başbakan Olaf Scholz ile Hristiyan Demokratlar (CDU ve Bavyera’da CSU) CDU’nun parti başkanı Friedrich Merz ile Yeşiller koalisyonun ekonomi bakanı Rober Habeck ile, AfD ise partinin eş başkanı kadın politikacı Alice Weidel ile katılıyor.
Seçimlere kadar başbakanlık görevini yürütecek olan Olaf Scholz, daha önce deneyimli bir politikacı ve başarılı bir maliye bakanı olarak tanınması rağmen, Alman medyası tarafından “başarısız” olarak niteleniyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları, yayınlanan haber ve yorumlar SPD’li Savunma Bakanı Boris Pistorius’ın aday olması yönündeyken, Sosyal Demokrat parti yoluna Olaf Scholz ile devam etmeye ve onu aday yapmaya karar verdi.
Friedrich Merz ise Hristiyan Demokratlar tarafından tartışmasız olarak benimsendi. Merz, kendisinin özel şirketlerdeki çalışma ve deneyimlerine dayanarak, kendisinin Alman ekonomisini düzeltecek aday olduğu üzerinde bir basın kampanyası başlatmış durumda.
Koalisyon hükümetinde ekonomi bakanı görevini yürüten Robert Habeck ise koalisyon döneminde Yeşillerin çevreci uygulamaları halkın taleplerini pek dinlemeden ve seçmenlerle ortak bir dil oluşturmadan başlattığını kabul ediyor. Koalisyon döneminde yaptıkları yanlışlardan ders aldığını ve orada edindiği tecrübeyle Almanya’nın çevreci, yeşil ve yeni teknolojilere dayalı bir gelecek kurması için kendisinin en uygun aday olduğunu ileri sürüyor.
AfD’nin başbakan adı Alice Weidel ise, ekonomi eğitim almış olmasını bir avantaj olarak öne sürüyor. AfD vergisiz gelir diliminin 14 bin avroya çıkartılması, brüt ücret içerisindeki net ücret payının da yükseltilmesi gerektiğini seçim programına almış durumda. Ayrıca Angela Merkel zamanında bırakılmış atom enerjisine geri dönülmesini istiyor. AfD atom enerjisi sayesinde Almanya’nın enerji girdisinin ucuzlayacağını savunuyor. Ancak Alice özel yaşantısıyla partisinin görüşleri arasında büyük bir çelişkiye neden olduğu yönünde yaygın bir eleştiriye maruz kalıyor. Öte yandan ise Sosyal Demokratlar, Hristiyan Demokratlar ve Yeşiller, kamuoyuna karşı seçimlerden sonra AfD ile koalisyon kurmamak konusunda ortak bir tutum içerisine girmiş görünümü yansıtıyorlar.
Yukarıda belirtilen politik gelişmelerin yanında ise Almanya’nın çok daha derin sorunlarla karşı karşıya bulunduğu, artık genel kabul gören bir gerçek. Her şeyden önce, yukarıda da değindiğim gibi, ülkenin düzeni üzerinde kurulmuş olan toplumsal uzlaşmanın neredeyse sona erdiği görülüyor. SPD, CDU/CSU ve FDP gibi geleneksel partiler ciddi bir aşınmayla karşı karşıya. Onlara göre daha genç ve hatta onlara karşı bir seçenek olduğu iddiasıyla kurulmuş olan Yeşiller de aynı aşınmayı ve prestij kaybını yaşıyor.
Savunma bütçesi Alman ekonomisine büyük bir yük getirecek
Bütün bunlarına arkasında ise çok daha derin sorunlar yatıyor. Kısaca özetlersek:
- Ukrayna nedeniyle Almanya 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez yeniden bir savaş gerçeğiyle karşı karşıya. Bu hem toplumda gerginlik yaratıyor hem de 100 milyar Euro’ya yükseltilmesi planlanan, ama bunu da geçmesi olası savunma bütçesi Alman ekonomisine büyük bir yük getirecek.
- Alman ekonomisi ilk kez bütçe sorunlarından veya arz-talep dengesizliklerinden kaynaklanmayan gerçek bir yapısal krizle yüzleşiyor. Almanya 20. yüzyılın sanayilerinden yeni teknolojilere henüz tam anlamıyla geçebilmiş değil. Almanya’nın en büyük, dünyanın sayılı kimya devlerinden BASF’ın yaşadığı sorunlar; dünyanın en büyük otomobil üreticileri arasında yeri olan Volkswagen’in bazı fabrikalarını kapatmak ve işçi çıkartmak kararını almış olması, bunu en açık görünen belirtileri.
- Ucuz Rus doğalgazı kaynaklarının kesilmesinden sonra Almanya bu konuyu çözebilmiş, yeni bir ucuz enerji kaynağı bulabilmiş değil. Enerji maliyetlerinin yükselmesi Alman sanayisinin rekabet gücüne sekte vuruyor. Bu durum enflasyonu da körüklüyor ve Alman vatandaşlarının cebine dokunuyor.
- Almanya’nın toplumsal yapısı ise derin bir sosyolojik dönüşüm içerisinde. Doğurganlık azalıyor. Yaşlı nüfus artıyor. Yeni yetişen kuşaklar ise geleneksel Alman iş anlayışının dışında yeni bir yaşam tarzını benimsiyor.
Politik partiler ve adayları bu çok derin yapısal sorunları çözmek yetisine sahip olacak mıdır? İşte temel soru burada yatıyor. Almanya’nın kendi sorunlarını çözmemesi veya çözememesi ise sadece Almanların değil tüm dünyanın sorunu olacak ve Türkiye dahil, pek çok ülkenin ekonomisi bakımından çok olumsuz bir takım sonuçlara yol açabilecektir. Dolayısıyla Almanya’nın 23 Şubat seçimlerinden sonra politik ve ekonomik bir istikrar içerisinde kalması büyük önem taşımaktadır. Tersi bir durum başta Avrupa Birliği ve Türkiye olmak üzere ürkütücü bir kâbus senaryosuna işaret etmektedir.
Ne yazık ki Almanya bu durumdaki tek Batı Avrupa ülkesi de değildir. Fransa da benzer sorunlarla derin bir sarsıntı yaşıyor. Üstelik AB’nin temel taşı niteliğindeki Alman-Fransız ekseni de giderek sarsılıyor. İki ülkenin çıkarları ayrışıyor ve bir gerilim kendisini belli ediyor. Nitekim yangın geçirdikten sonra yeniden yapılan Notre Dame katedralinin açılışına Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier katılmakla birlikte, başbakan Olaf Scholz ve Alman politikacı AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in katılmamış olmaları gözlerden kaçmadı ve bu gerilimin bir belirtisi olarak yorumlandı.