Algı meselesi
Siyasette 21. Yüzyılın gerçeği ülkeleri değil, algıyı yönetmek üzerine kurulu.
Post truth/gerçek ötesi kavramı ABD’de Başkan Donald Trump döneminde en çok kullanılan ifadelerden biri.
Trump, en belirgin algı yönetimini iç politikada, özellikle kaybettiği seçimleri “kazandık” retoriği üzerinden yapmıştı. Şimdilerde Başkan Joe Biden’ın ise dış politikada algı yönetimine sıkça başvurduğuna şahit oluyoruz. O kadar ki, ABD yetkilileri birbiri ardına “Rusya Ukrayna’yı işgal etmek üzere” açıklamaları yaparken, Ukrayna’nın kendisi bile buna karşı çıkma ihtiyacı hissediyor. Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky’nin daha geçen hafta “Batı panik yapmayı bıraksın” sözleri ve yaratılan gerginliğin Ukrayna ekonomisine verdiği zarara vurgu yapması bu açıdan okunmalı.
Algı yönetimi sadece Amerikan liderlerine özgü değil elbette; dünyanın hemen her köşesinde seçmeni yanında tutmak için gerçeğin sadece bir kısmını öne çıkarıp, ya da aksini ortaya koyup, politikalarını buna göre yönlendiren siyasetçiler mevcut.
Avrupa Konseyi’nin Kavala davası üzerinden Türkiye’yi “izleme sürecine” almasına karşı AK Parti hükümetinin verdiği tepki tam da bunun örneği.
AİHM KARARLARI DA ANAYASA UYARINCA TÜRK YARGI SİSTEMİNİN BİR PARÇASI
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek Yardımcısı Fuat Oktay, gerekse AK Parti yetkilileri, Avrupa Konseyi’nin, Türkiye’nin oy hakkının elinden alınmasına ya da Avrupa Konseyi’nden çıkarılmasına varabilecek izleme süreci konusunda yaptıkları açıklamalarda, “bağımsız Türk yargısına” atıf yaptılar.
Erdoğan’ın Kavala dava süreci konusundaki “Bizim mahkemelerimizin bu konuda vermiş olduğu bir karar var. AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş bizi çok ilgilendirmiyor” sözü seçmene “dış müdahalelere karşı dik duruş” gibi gelebilir.
Ancak hukuksal açıdan bakıldığında, söylemden/slogandan öteye gitmediği çok açık.
Türkiye Cumhuriyeti 1987 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Türk vatandaşlarının bireysel başvuru hakkını, 1990’da da AİHM’in zorunlu yargı yetkisini kabul etti. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na yerleştirildi. Böylece AİHM kararları, Anayasa uyarınca “Türk yargı sisteminin bir parçası” haline getirildi.
Bu çerçevede, AİHM kararlarından bahsederken “bizim mahkemelerimiz” diye bir ayrım yapmak, gerçeğin sadece bir parçasını dile getirmekten öteye geçmiyor.
ERDOĞAN DA BİZZAT AİHM’E 3 KEZ BAŞVURMUŞ
İşin ilginç tarafı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu göreve seçilmeden önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından gelen hakkını kullanarak, AİHM’e başvuru yapmış olması.
Erdoğan’la ilgili ilk başvurunun tarihi 1999; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken okuduğu bir şiir nedeniyle 10 ay hapis cezasına karşılık, Erdoğan Yargıtay’a itiraz etmiş, Yargıtay itirazı reddedince de dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı AİHM’e başvurmuştu.
Erdoğan milletvekili seçilebilmek için aldığı bu cezanın adli sicil kaydından silinmesini de istedi. Bu yönde başlattığı süreç Yargıtay’dan dönünce de, “siyasi bir kararla halkın iradesinin önüne geçildiği” gerekçesiyle AİHM’e bizzat başvuru yaptı. Yine aynı dönemde, 2002 seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu’nun “milletvekili adayı olamayacağı” yönündeki kararını da Erdoğan AİHM’e götürdü.
Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin önü, TBMM’de yapılan bir Anayasa değişikliği ile aşılıp, kendisi önce vekil, ardından Başbakan olduktan sonra ise AİHM’e yaptığı bu başvuruları geri çekti.
ERDOĞAN’IN “ULUSLARARASI TAHKİM” ÇIKIŞI
Kavala dava süreci için “Türk mahkemelerinin kararlarına” atıf yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hukuk hiyerarşisi konusunda yaptığı bir başka çıkış da bu açıdan incelemeye değer;
Ana muhalefet Partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu geçen yıl Kanal İstanbul konusunda, ihaleye katılacak firmalara 2023 yılında iktidara gelmeleri halinde, “paralarının ödenmeyeceği” yolunda bir açıklama yapmıştı. Erdoğan’ın bu açıklamaya verdiği karşılık “uluslararası tahkimi” işaret etmek oldu. Erdoğan, “söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar” dedi.
Uluslararası tahkimle işaret ettiği, Türk mahkemeleri değil. İhale şartnamelerine konulan maddeler uyarınca, yurtdışındaki uluslararası mahkemeler.
TÜRKİYE’YE YANSIMALARI
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Kavala dava süreci konusunda yaptığı açıklamalar büyük ölçüde Türkiye’deki seçmenleri hedef alsa da, yurtdışında da altı çizilerek izleniyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yeri olmasına rağmen, AİHM kararlarına uyulmayacağının en üst düzeyde açıklanmış olması, Türkiye’nin “hukuk devleti” imajı açısından zararlı.
Hukuksal güven duyulmayan ülkelerin kaderi ise belli; Ne yabancı yatırımcı gelir, ne de ülke uluslararası konularda ciddiye alınır.
O kadar ki, hiç ilgisi olmayan dış politika/güvenlik konularında bile ülkenin karşısına çıkabilir bu “ciddiye alınmama” durumu.
Örnek mi istiyorsunuz?
Hemen yanı başımızda, güney sınırımızın sadece birkaç kilometre ilerisinde Çarşamba günü yaşanan kritik bir olay var; ABD yaptığı bir nokta operasyonla, IŞİD terör örgütünün lideri Haşim El Kureyşi’yi etkisiz hale getirdi. Operasyon, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendisine yakın Suriyeli milis güçlerle birlikte kontrol ettiği Afrin’de gerçekleşti.
Ve ilginçtir; ABD Başkanı Biden operasyonu anlatırken hiç Türkiye’ye değinmedi. Operasyonun üzerinden günler geçti, Türkiye’nin operasyondan önceden haberdar edildiğine ilişkin herhangi bir bilgi ortaya çıkmadı, bu yönde bir açıklama yapılmadı.
Alın size “değerli yalnızlık”…